Ana içeriğe atla

NE GÜZEL ADAMSIN SEN MARTIN O'NEILL



Başlık biraz sarkastik olmadı, farkındayım. Zira "Ne güzel adamsın sen Jens Peter Jacobsen" olsa kallavi olurdu baya. Darwinci ve Flaubert adamları ayakta alkışlardı. Kısmet artık, olmadı.

Bugüne değin o kadar yazdık bir kere olsun top hakkında yazmadık. Bu "Dur dur ona da sıra gelecek ehehe" minvalindeki düşüncelerimden değil top hakkında bilgimin oldukça sıradan ve hatta cahilliğe varacak analitik düşünce eksikliğinden kaynaklanıyor. Hatta yaşadığım ülkede oynanan topun analizlerini Türkiyedeki genç bir arkadaşın blogundan takip etmem başlı başına bir ironi oluşturabilir, ama öyle değil. Cahilim ben bu konuda, kabul.


Martin O'neill kimdir, nedir bunu tartışmayacağım. Başında bulunduğu futbol klubü ve İngiliz futbol yapılanmasının içindeki "İrlandalılardan" bahsedip kaçacağım.



Dostlar, daha önce de yazmıştım. Birmin'am Patriot mefhumu adanın gözlerden ırak ama bir o kadar futbolun dış etkenlerinin "içinde" olduğu bir derbidir. Birmin'am- Aston maçlarını gözden ırak, medyadan uzak bir biçimde oynarken, kuzeydeki Manchaster kardeşler ve Pool'lu biraderler ve kuzenleri Londra'lı asiler aralarındaki derbi maçlarını yoğun ilgi altında yaparken Birmin'amlı çocuklar oldukça domestik bir tavırla akşamüstü derbi maçını yapar, akşama ne pişireceğini düşünür. Lakin bu şehrin çocuklarının yaptığı derbiden yola çıkarak İngiliz futbol yapılanmasını [Football Association] oldukça stabil bir biçimde anlatabiliriz.

Birmingham şehri tarihi boyunca yoğunlukla İrlandalı ve İskoçların yaşadığı bir şehir olmuştur. Bu iç savaş döneminde halkın zulme ve soykırıma uğramasının bir nedeni görülse dahi "soykırım" kelimesinin bugün çok ağır anlamda kullanılır olması günümüze kadar ki futbol yapılanmasının anlatımı için bir mesnet olamaz. İngilizlere futbolu kimlerin aşıladığını bugün bilmesek dahi, oldukça "retro" bir düşünce yapılanmasında futbolu İngilizlere İskoç ve İrlandalıların öğrettiği gerçeğini görmezden gelemeyiz. Ucunda rekabet proifili olan bir oyunun bugünlerde neden tarihi bir mukavemeti olmadığını nihayet oynanan derbilerde görüyoruz, lakin bu futbolun rekabet tarihi ve istatiksel oluşumundan öteye geçemiyor. Bu yüzden konuyu irdelemek gerekiyor.

Aston villa Takımını Birmingham takımı gibi İrlandalılar kurmamıştır. İç savaşta İrlandalılara karşın ayaktayız izlenimi yaratmaya çalışan bir oluş içerisinde olan Kraliyet Albayı Walter Price tarafından "Katolik" klisesinin adına kurulmuştur. Yani bu oluşumda iki türlü ankastre mesnet görebiliriz. Din ve Meşrutiyet. Nitekim kurulduğu yıldan itibaren Aston villa maçlarını kilise bahçesinden bozma sahada oynamıştır. Yalnız bir farkla, İskoç Rugby'si kuralları ile.



Futbolun kurallarının tam olarak netleşemediği bir dönemden bahsediyoruz nitekim. Zira yıllar sonra futboldan para kazanalıcağını güneydeki bankerlerden öğrenen kuzeyde yaşayan İrlanda'lı zenginler kuzeydeki ligde kendileri futbol oyunun kurallarını koyduklarında ve ligleri birleştirme kararı alındığında yani F.A gibi bir kuruluşa ihtiyaç duyulduğunda ortada hiçbir konu tartışılmaksızın İrlandalılar bu kuruma gizli bir örgütlenme içinde girmiş ve bugün hala izlerini görebileceğimiz bir biçimde gayet net bir biçimde siyonist hareketlere şapka çıkartacak şekilde yapılanmıştır. Yani F.A o gün olağanca samimi bir biçimde kurulurken İrlandalılar bu kuruluşun içinde cirit attıracak şekilde sızmış ve işlerini gizliden gizliye hallediyorlardı, şu an hala hallediyorlar da.

Konunun daldan dala atlamış bir hali yok, nitekim sabırla okuyunuz.

2005 yılında kulübe sızan İrlandalı direktör Aston klübüne imzayı atarken satır araları daha önemliydi. İrlandalı bir menajer Koyu milliyetçi bir İngiliz kulübüne imzayı atarken doğu Birmingham'lı Aston villa taraftarları bu durumun gizliden gizliye takipçisiydi. Çünkü bu olay Kulübü Amerikalı iş adamlarına satmış yönetim kurulunun bir hareketi değil yıllar sonra Katolik halktan öcünü alacak bir hareketiydi "F.A'in içindeki İrlandalıların".

Mustafa Denizli'nin "İçimizdeki İrlandalılar" lafını İrlanda'lı milliyetçi yazarlar Burn's yahut Wexel'in kitaplarında geçen hikayelerden esinlenip mi söyledi bilemeyiz ancak 2005'de Ada'nın kuzeyinde Aston kulübüne sızan irlandalı Martin O'neill, Villa taraftarlarının "acaba?" şeklindeki kaygılarını şu sıralar rafa atmış durumda. Yani sportif başarı her zamanki gibi kaygıları atmaya yeterli. En azından şu an.

Konuyu biraz daha açalım.

89' yılındaki dört hakem -ki hatırladığım kadarıyla bu hakemlerden üçü dünya standartların üzerinde idi- İrlandalıların takımları yani Sunderland, Newcastle, Birmingham ve Sheff Utd takımlarına kasıtlı olduğu gerekçesi ile milliyetçilikle suçlanmış ve hakemlikten atılmışlardı. Bu takımların o sezon ki oynadığı maçlara "İrlanda'lı" hakemlerin atandığı gerçeği "F.A" oluşumunun ne kadar derinden işletilen bir oluşum olduğunu gösteriyor. İşler bununla da bitmiyor.

Oligark sermaye F.A'in içindeki İrlandalılarının güneydeki oluşumlardan rahatsız olmayacağı bir biçimde işleyip güneydeki zaten populasyonu ve yaptırım gücü az olan İrlandalıları pek de ilgilenmeyeceği bir biçimde büyüyüp bugün adından bahsetse dahi kuzeyde işler bu şekilde yürümüyor. Güneydeki yapılanma hakkında şu yazı sizleri aydınlatabilir. İşte bu yapılanma Ada futbolunu gizliden gizliye yöneten grubu İrlandalılar ve Amerikalılar, Rus ve Arap oligark sermayesi olarak ayırmıştır.

Konuyu biraz daha aydınlatmak açısından şöyle düşünelim. Liverpool takımını satılması için baskı yapıp içerisindeki yapıyı oldukça [ Benitez'in kovulması gibi] İrlanda'lı şekilde yapılandırma sözünü Amerikalı patronlardan alan F.A, Liverpool kulübüne İrlanda'lı işadamlarının sahip olduğu şirkete ait arsayı hibe edip stad yapma garantisi vererek, neden Liverpool'ın Araplara satılması gündemde iken stad inşaatını durdurup Everton'a "gelin sizde bu stadda oynayın" gibisinden bir şerh koymuştur? Yanıt oldukça basittir. Güneydeki oligark yapılanmadan dolayı artık günümüzde yaptırım gücünü kaybeden "İçerideki irlandalılar" biraz agresif davranıp satılması gündemde olan Everton ve Liverpool'ı karşı karşıya getirerek ve "Burada bizim düdüğümüz öter" gibisinden bir davranış içerisinde bulunarak bırak bu kulüplerin satılmasını şimdiden önlerine büyük bir engel koymuştur. Zira, bu sene satılması beklenen Newcastle Utd. takımına bile Amerika'dan müşteri bulan F.A, işin kaymağını yiyecek şekilde hareketler ve planlar içinde iken güneydeki oligark sermayenin yönettiği takımların "Birader siz n'apıyorsunuz kuzeyde gizli gizli öyle ya? Bizde bilelim" şeklindeki sorularına karşılık zor duruma düşmemek için "Bak gelin sizi Uzak doğuya götürelim, lig maçlarınızı bir kısmını orada yapın. Daha çok para kazanırsınız" şeklinde tereyağı-bal karışımı bir teklif götürmüştür. Kulüpler bu teklifi olumlu karşılamasına rağmen, işin yapılamayacağını savunan "F.A içinde bulunan gelenekçi" yapılanma ile sürtüşme yaşanınca bu olaya en çok göçmen Wenger ile Mourinho sevinmiştir.

Tüm bu olaylar dahilinde hali hazırda Amerikalılara peşkeş çekilmiş Man Utd. takımına büyük ihtimalle gelecek yıl yeni bir teknik direktör gerekiyor. Ve tahmin edin sizce o kim olacak? Evet yanıtı duyar gibi oluyorum.

İşte bu yüzden ne güzel adamsın sen Martin Scorsese, pardon Martin O'neill.

By Joe Jonese Ateşdağlı


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OTOBÜS

Çalıştığım yerin teras-havalandırma arasında gidip gelen ama bizim ekibin genelde sigara içmek için kullandığı bir bölümü var. İki-üç ay önce yine arkadaşlarla sigara molası veriyoruz. Arkadaşlar sigaralarını bitirir bitirmez aşağı iniyorlar. Bizimkisi kaytarma ya, bir sigara daha yakayım gelirim birazdan diyorum aşağıya bunlara; tıpkı otobüs sadece 3 dakikalık mola verdiği halde aşağı sprinter edayla inip bu üç dakikada iki tane uzun samsun bitiren amcalar misali hızlı davranmaya çalışıyorum. Nitekim ikinci sigarayı bitmesine yakın cepteki telefon zangırdamaya başlıyor. O an bir çeşit beyin g.telekliği yaşıyorum. Telefonu almak için sağ elimdeki sigarayı terastan aşağı sallandıracağıma elimdeki bardağı atıyorum. Lan!Lan! demeye refleks göstererek bir an aşağı çömeliyorum. Bildiğin alaturka tuvalet s.çış poziyonu. Biri o an beni görse yanımda tuvalet kağıdı olmadığı için çatıdaki straforu koparır verir çalı-çırpı niyetine, irbik getireyim mi lan dürzü, taharet alırsın der. Bardak ...

PARALEL EVREN HİKAYELERİ; HAYALLER VE HAYAL KIRIKLARI TİYATROSU

Bölüm 4; Palyaço Siz yaptınız değil mi gençler bunu? diye soruyordu bize Rajmund Kazimir, nam-ı diğer Ray Reis. Evet, biz yaptık diyemedik o an. Ama kaçışan gözlerimizin ifadesi, onun kadar yıllarca samimiyetsiz gözlerin ilgi noktası olmuş odağında eriyip " Evet, biz yaptık reis " halini alıyordu. Çünkü o bir " palyaço " idi. İnsanların samimiyetsiz göz bebeklerini parlaklaştıran bir mesleği, meşakatsiz kıyafetlerle yıllar boyu babasının kurduğu sirkte bir palyaçoluk yaparak geçiştiren birinin aynı samimiyetsiz bakışların altında yatan mânaları insanların hal ve tavırlarından anlamaması pek pek âla mantıklı değil, öyleydi de zaten. Hepiniz beni idare ediyorsunuz değil mi? diyordu yaşlı Kurt. Max lakaplı bizim tayfanın liderine yönelerek; Max sana Old Trafford'un hikayesini anlatmıştım değil mi? diye soruyordu bu sefer. Max bize yönelerek anlamsızca bakışlar atarken devam etti Ray Reis; Oraya neden Hayallerin Tiyatrosu diyorlar biliyor...

KAHVEDEN ÇOCUKLAR - UZUN İHSAN

Geçen gün yine kahvede oturuyoruz. Televizyonda Kral Tv açık. Bizim kahve çok garip bir kahve, çok entarnasyonel. Bir duvarında Ankaralı Namık'ın posterleri varken diğer duvarında Ottowa'lı Rüstem diğerinde Magdalalı Meryem'in resimleri var, garip. Biz yine okey oynuyoruz. Okeyi vurup ıstakayı tam Bernard Lewis'in kafaya vuracakken yan masada kavga çıkıyor. Kafayı şöyle bir çevirince ne göreyim; bizim Uzun İhsan efendi Rene Descartes ile ağız dalaşına girmiş. Varoluşçuluğu ve imtiyeciliği tartışıyorlar. Dekart oradan bağırıyor;" Benim ortaya attığım şüpheli yaklaşımları Freud sonraları kitap yaptı İhsan Efendi, ne konuştuğuna dikkat et, lafını bil!" diyor. "Ortada düşünecek birşey varken, bu eyleme dönüştürülmediğinde başlar hezeyan. Sen düşünmüşsen bu kafandadır hala tasarım yapıyorsundur, eğer düşünmediysen kitaba yazmışsındır ki bu ortada tartışabilecek birşeyler olduğunu gösteriyor Dekart" diyor İhsan efendi. Tam o sıra Woody Alle...