Ana içeriğe atla

Büyük Çocuklara Masallar:


Bu sayfayı arama motorlarından bulan ya da ilk kez görüyor olan biri için geçerli olmayabilir de, hasbelkader bir süre önce bu sayfa ile tanışmış olan ve yine hasbelkader günde bir-iki dakika zaman ayırıp bizim heyecanımıza ortak olmuş ve olmakta olan futbol gönüllülerinin bu ismi bilmemesine şu günlerde imkan yok: Joe Jonese Ateşdağlı.

Kendisi, bilindiği üzere Flying Dutcman Blog'da bir süredir ekranlarımızı ve gönüllerimizi şenlendirmekte.Bizim de İngiliz Futbolu'na yönelik hassasiyetimizi bildiğinden güncel bir konuya ilişkin bir yazıyı bu sayfa için yazmak istediğini belirtti, biz de memnuniyetle kabul ettik.

Masalda anlatılanların gerçeğe iz düşümü fazlasıyla güncel olsa da aşağıdaki satırlarda ister kralın, şövalyenin, surların, yabancıların yerine bir şeyler koyun; ister yalnızca bir masal olarak okuyun.Size kalmış.Anlamlandırmak isteyene ipin ucu sonda; çekin, devamı gelsin...
********* ******

Kuzeyde Bir Yer

Masaldan daha çok anlatandadır "keramet" demiş Satie.

Hangi masal? Hani şu bizim bildiğimiz masallar mı?

Hiç unutmam, geceleri uyumak için daha doğrusu uyumamak için dedebeyin masallarını dinlerdim. Her gece aynı masallar anlatırdı dedem. Klasik Doğu avrupa taşra hikayeleri. Pastaya dönüşen evler, kılıca dönüşen taşlar, düşmanı durdurmak için yürüyen ağaçlar. Bir yerde, bir anda dedemin masal haznesi biterdi. Hafiften, daha doğrusu usulca oturduğu baş ucumdan kalkmaya çalışır, bir yandan da benim gözlerime bakar gitmeye çalışırdı. Hep bu an bitmesin diye birden kafamı kaldırır, gözlerimi çakıl taşı gibi açar daha çok masal anlatması için onu bakışlarımla ikna ederdim. Dedebey başlardı;

-Şimdiiii....Bir gün bir adam varmış....eee.. Şimdi bu birgün kuzeye doğru gidiyormuş..Bunun gittiği yol tabi ee..
+Eee?
-Tabi bu bir canavarla karşılaşmış..(Bir anda korktuğumu görerek)..Ama bu canavar kuzeydeki insanlara hiçbir şey yapmıyormuş, sadece güneydekilere zarar veriyormuş...ee..
+Eee?
-.....

Bir gram kitap yüzü görmemiş bu adamın, kafasında kurduğu cümlelerin oluşmamış, kurgulanmamış dinamikleri nasıl ham distilasyondan çıkarıp boyama kitabı samimiyetliğinde yansıttığını görmeliydiniz. Varsın adamın biri olsun, varsın canavarla karşılaşsın..

Ben nihayetinde masal'a değil dedem'e güveniyordum, inanıyordum...

Kuzeyde bir yer varmış. Sadece yer değil gayet tabii. Sefalet halkın, mezra politikalarının, şatoların, kralların, kraliçelerin yaşadığı bir yermiş. İnsanların komün bir yaşamı olduğu gibi şatonun dışındaki yaşamla bir ilgisi yokmuş. Şatonun kapıları sadece dışarıdan göç edenlerin şehre sığınması için açılır ve çok büyük bir olay olmadığı sürece açık durmazmış. Halk, kralına ve statükoya çok bağlı bir yaşam sürer her yıl onun belirlediği vergiyi itina ile ödermiş. Toplanan vergi güney bölgelerindeki kralların ve halklarının imreneceği bir düzeyde imiş. Hatta bazen güneydeki krallar gizlice bu şatoya ajanlar yollar halkın neden bu kadar kuzeydeki şatonun kralına sadık olduğunu bilmek istermiş.

Birgün güneydeki şatolarda açlıktan dolayı isyan çıkmış. Ve insanlar bu bölgeleri terk ederek kuzeydeki şatolara doğru akın etmeye başlamışlar. Sefalet bir biçimde süren bu göçün büyük kısmı kuzeydeki krallıklara, şatolara yönelirken bunların bir kısmı kuzeydeki bu şatoya gitmiş. Kral bu halkı ilk başta almak istemese de sonraları şatonun içindeki halkın baskısı ile şatonun kapılarını açmış.

Şatonun içine iskan eden bu halkın içinde vasıflı kesim çok azmış. Bu kesim kuzeyin yaşam koşuluna uyum sağlayamamış. Kral bu duruma çok içerlemiş ve güneyde sefilliğe alışmış bu halkın çoğunun içlerinden seçim yaparak işe yaramazları şatonun dışına atmak için tüm bu güneyden gelen halkı önünde toplamış. Ve teker teker onlarla tüm şehrin önünde konuşarak ayıklamaya başlamış. Derken genç bir adama "sen" diye işaret etmiş. Genç adam bir adım öne çıkmış.

-Nerelisin sen genç adam söyle bakalım?
+Gosforth, efendim.
-Benim topraklarımdan mısın?
+Evet, efendim.
-Peki neden güney topraklarından buraya gelip neden kimliğini saklıyorsun?
+Beni öldürürsünüz diye korktum efendim.
-Seni neden öldüreyim ki?
+Çünkü siz statükoya bağlı bir katilsiniz efendim..

Kral şaşırmıştı. O an alter egosuna yenik düşüp bu genç adamı oracıkta öldürebilirdi. Ancak biliyordu ki bu güneyden gelip kendilerine sığınmış halkı tedirgin hatta isyan ettirebilirdi. Ayrıca bu gencin aslında kendi halkından biri olması ve bu genci infaz etmesi sonrası kendi halkından da tepki çekebilir diye düşündü. Kafasını yere indirip, bir süre düşündükten sonra statükonun o zahiri gerçeği olan yalancı terfilerden birisini yaparak halkın bu feodal yapıya olan duygusunu, maddi zematine karşın bir duygu sömürüsü yapıyordu adeta; "Bu genci Şatonun şövalyesi ilan ediyorum" diyordu.

Zaman akıp geçiyor ve eskilerin bu genç sefil adamı yeni mevkisinin keyfini çıkarmıyor, adeta saman altından su yürütür gibi halkın sempatisini kazanıyordu. Esasında büyük çaplı işlere girmiyor, sadece yapabileceklerinin en iyisini yapmaya çalışıyordu. Kısa sürede bu başarısını katlayarak devam ettiren bu şövalye halkın arasında bir kimlik, bir başkaldırış olarak statükoya karşı zühur ediyordu.

Birgün güneyde beklenmeyen olaylar oldu. Yıllardır ayakta duran güneydeki şatolar değişik ülkelerden gelen ve amaçları şatoları ve güney krallıkların halkını sömürmekten başka olmayan canavarlara birer birer teslim oldular. Bu canavarlar güçlüydü, muktedirdi ve yapamayacakları hiçbir şey yoktu. Zaman geçtikçe kuzeye doğru yönelen bu canavarlar, ele geçirdiği tüm şatolardaki halkı köleleştiriyor, halkın duygularını kendilerine hizmet ettirecek şekilde kolonizasyona başlıyordu.

Bu durum kuzeydeki kralı çok tedirgin ediyordu. Evet, şatonun duvarları kalındı, halk teçhizatlı ve statükoya koruma adına kanının son damlasına kadar çatışabilirdi. Ama duvarlar yıkıldığında gerçek güçle karşı karşıya kalınca halkın bırakın statükoyu, kralın üstünden geçip canını koruması su götürmez gerçekti. Gün geçtikçe canavarların istila ettiği şatolar güçleniyor ve bu durum kralı düşündürüyordu. Genç şövalye ise bu durumu farkedip artık kralın arkasından değil de onunla birlikte çalışmayı teklif ettiğinde kral bunu olumsuz karşılamış, herşeyin yolunda olduğunu söylemiştir.

Sessiz birgünün öğlesinde halk uzaktan gelen sese irkilmiş ve şatonun gözlemci kulelerinden canavarların şatoya doğru geldiğini görünce panik ve korku içine düşmüştü. Bir an, canavarlar yaklaştıkça şatonun kapılarının açıldığını farkeden Kral askerlere dönüp; Neden kapıyı açıyorsunuz askerler? Görmüyor musunuz canavarlar yaklaşıyor? dediğinde askerlerin sanki olanları önceden biliyormuş tavırları dikkat çekiyordu. Şato'yu Krala haber vermeden gizlice canavarlara teslim eden bu askerler adeta statükoyu parçalamak istiyorlardı. Kral ise üzüntü içerisinde bu durumu izlerken kolundan biri tutuyordu. Kafasını sağına çevirdiğinde Gosforth'lu bu şövalyeyi görüyordu. Lütfen hızlı olun efendim, sizi sığınağa götüreyim diyordu. Tüm şatodan haberi olduğunu sanan ama bu şatonun bir sığınağı bile olmadığını bilmeyen kral hızlıca bu şövalye ile sığınağa doğru kaçıyordu.

Sığınağa geldiklerinde nefes almakta zorlanan Kral, birkaç derin nefes çektikten sonra bu şövalyenin omzuna elini koyarak; Bana söz ver Gosforth'lu çocuk, eğer ben ölürsem benim yerime sen kral olacaksın, tamam mı? diye sorduğunda şövalye Emredersiniz efendim diyordu. Emredersiniz efendim, bu şatonun krallığının benim çocukluğumun hayalleri olduğunu bilmelisiniz efendim, Kapıda canavarlar var ama ben resmen bir masalın içindeyim. Ne kadar mutlu olduğumu bilemezsiniz efendim diyor bu şövalye.

+Ne masalı? Hangi masal? Hani şu bizim bildiğimiz masallar mı? diyor yorgunluktan yere uzanmış kral.

O sıra küçük delikten canavarların hakikaten de anlatıldığı gibi büyük varlıklar olduğunu görüp korkmak ile şaşırmak arasında duygulara yenik düşen Gosforth'lu Şövalye Alan kralın ne dediğini umursamıyor gibiydi...

Joe Jonese Ateşdağlı



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OTOBÜS

Çalıştığım yerin teras-havalandırma arasında gidip gelen ama bizim ekibin genelde sigara içmek için kullandığı bir bölümü var. İki-üç ay önce yine arkadaşlarla sigara molası veriyoruz. Arkadaşlar sigaralarını bitirir bitirmez aşağı iniyorlar. Bizimkisi kaytarma ya, bir sigara daha yakayım gelirim birazdan diyorum aşağıya bunlara; tıpkı otobüs sadece 3 dakikalık mola verdiği halde aşağı sprinter edayla inip bu üç dakikada iki tane uzun samsun bitiren amcalar misali hızlı davranmaya çalışıyorum. Nitekim ikinci sigarayı bitmesine yakın cepteki telefon zangırdamaya başlıyor. O an bir çeşit beyin g.telekliği yaşıyorum. Telefonu almak için sağ elimdeki sigarayı terastan aşağı sallandıracağıma elimdeki bardağı atıyorum. Lan!Lan! demeye refleks göstererek bir an aşağı çömeliyorum. Bildiğin alaturka tuvalet s.çış poziyonu. Biri o an beni görse yanımda tuvalet kağıdı olmadığı için çatıdaki straforu koparır verir çalı-çırpı niyetine, irbik getireyim mi lan dürzü, taharet alırsın der. Bardak ...

PARALEL EVREN HİKAYELERİ; HAYALLER VE HAYAL KIRIKLARI TİYATROSU

Bölüm 4; Palyaço Siz yaptınız değil mi gençler bunu? diye soruyordu bize Rajmund Kazimir, nam-ı diğer Ray Reis. Evet, biz yaptık diyemedik o an. Ama kaçışan gözlerimizin ifadesi, onun kadar yıllarca samimiyetsiz gözlerin ilgi noktası olmuş odağında eriyip " Evet, biz yaptık reis " halini alıyordu. Çünkü o bir " palyaço " idi. İnsanların samimiyetsiz göz bebeklerini parlaklaştıran bir mesleği, meşakatsiz kıyafetlerle yıllar boyu babasının kurduğu sirkte bir palyaçoluk yaparak geçiştiren birinin aynı samimiyetsiz bakışların altında yatan mânaları insanların hal ve tavırlarından anlamaması pek pek âla mantıklı değil, öyleydi de zaten. Hepiniz beni idare ediyorsunuz değil mi? diyordu yaşlı Kurt. Max lakaplı bizim tayfanın liderine yönelerek; Max sana Old Trafford'un hikayesini anlatmıştım değil mi? diye soruyordu bu sefer. Max bize yönelerek anlamsızca bakışlar atarken devam etti Ray Reis; Oraya neden Hayallerin Tiyatrosu diyorlar biliyor...

KAHVEDEN ÇOCUKLAR - UZUN İHSAN

Geçen gün yine kahvede oturuyoruz. Televizyonda Kral Tv açık. Bizim kahve çok garip bir kahve, çok entarnasyonel. Bir duvarında Ankaralı Namık'ın posterleri varken diğer duvarında Ottowa'lı Rüstem diğerinde Magdalalı Meryem'in resimleri var, garip. Biz yine okey oynuyoruz. Okeyi vurup ıstakayı tam Bernard Lewis'in kafaya vuracakken yan masada kavga çıkıyor. Kafayı şöyle bir çevirince ne göreyim; bizim Uzun İhsan efendi Rene Descartes ile ağız dalaşına girmiş. Varoluşçuluğu ve imtiyeciliği tartışıyorlar. Dekart oradan bağırıyor;" Benim ortaya attığım şüpheli yaklaşımları Freud sonraları kitap yaptı İhsan Efendi, ne konuştuğuna dikkat et, lafını bil!" diyor. "Ortada düşünecek birşey varken, bu eyleme dönüştürülmediğinde başlar hezeyan. Sen düşünmüşsen bu kafandadır hala tasarım yapıyorsundur, eğer düşünmediysen kitaba yazmışsındır ki bu ortada tartışabilecek birşeyler olduğunu gösteriyor Dekart" diyor İhsan efendi. Tam o sıra Woody Alle...