Ana içeriğe atla

BABAMIN TAKIMI



Babamın ölüm yıldönümü bugün.

Çoğu zaman düşünürüm. Babam bana ne kattı? Onunla daha neler yaşayabilirdim? Babam gibi olabilir miyim? vesaire vesaire.

Kafamda metalar var işlenmemiş; ne zaman kokulu silgi görsem 3-4 yaşında iken aşık olduğum komşu kızını hatırlarım, yüzünü bile hatırlamam, ama o silginin kokusu hiç bir zaman silinmez duyumdan.

Dedemin Türkiye'den getirdiği halının desenindedir benim geometrik bilgim, o halıya bakarak öğrenmişimdir üçgeni, beşgeni. Bugün çelikten konstrüksiyon yapabiliyorsam bunun sebebi babamın beni oturtup matematik çalıştırması değil, o halının üzerindeki desenlerde, ağzımdan çıkarıp yuvarladığım sakızla oynadığım parmak adam maçlarındandır.

Sırf genlerim farklı olduğu için çoğunluğu İrlanda göçmeni çocuklardan oluşan göçmen ilkokulu yıllığı fotoğrafında kabak gibi bir tek benim siyah renkli olmam değildir kafama taktığım, müslüman diye altıpasta müsait bir pozisyonda pas atılmayışıdır aslında.

Bunların hepsi bir nevi babamın yüzünden oldu. Çokca ilgilenmedi ailesiyle, ablam, kardeşim ne yaptıysa kendisi yaptı. Hayatında tek ilgilendiği tek şey takımıydı babamın. Takımıyla yatar, takımıyla kalkardı. Deplasman'a giderdi bol bol. Tribüncüydü babam.

Dedim ya; kafamda bir sürü işlenmemiş meta var say say bitmez. Aslında en uzak geçmişimin hatırlayabildiğim o birkaç 80'lerden kalma resim kareleri gibi. Değerli anılar, silik resim kağıtları.

Senesini hatırlamıyorum, çok küçüğüm. Babam beni maça götürüyor, hem de deplasmana, trenle gidiyoruz. Babamın arkadaşlarından biri soruyor; sen de baban gibi olacak mısın? Tek gülümsediğimi hatırlıyorum. Maça giriyoruz, babam beni sırtına alıyor.

Maç başlıyor, babam ve arkadaşlarının her halinden belli, siyah-beyazlı takımı tutuyorlar. Maç sırasında artık her ne olduysa çok öfkeleniyor babam ve arkadaşları, babam beni sırtından indirip kalabalığın arasına bırakıyor. Hepsi küfrediyor bir ağızdan. Babamın küfrettiğini ilk kez görüyorum. O kalabalık, o ses. Koca koca adamların arasında Gülüver'in cüce arkadaşları gibi kalıyorum.

Birgün okuldan eve geliyorum babam ağlıyor. Bir çocuğun babasını ağlarken görmesi zor bir durum; soramıyorum da neden ağlıyorsun diye. Ama çok geçmeden takımının önemli bir maçta yenildiğini görüyorum televizyonda, çok da anlam veremiyorum, yine o siyah-beyaz takım günümüzü mahvediyor.

Biraz büyüyorum, sonraları profesyonel bir klüpde altyapıda oynuyorum. İşte o zaman kopukluk oluyor aramızda babamla benim. O futbolu sevmemi istiyor yanlız futbolcu olmamı istemiyor. Onun anladığı futbolun, tuttuğu takımın benim için hiçbirşey ifade etmediğini biliyorum. Aramız bozuk olduğu halde yağmurlu havalarda dahi antremanda beni tel örgülerinin arasından gizlice izlediğini de biliyorum. Çocukluk sanrıları dozajını arttırıyor; Sırf onun tuttuğu takımın altyapısına girmediğimi düşünerek bana kızdığını düşünüyorum. Dedemin ona anlattığı "Şeref Bey stadından taa sarıyere kadar yürüyerek giderdik" hikayeleri bana hiçbir çağrışım yapmıyor o sıralar.

Gittikçe kopuyoruz babamdan daha da büyüdükçe. Ama bu kopuş ne ailevi bir mesele ne de başka bir şey. Sadece futbol anlayışı imiş. Bunu koca koca adam olunca anlıyorum. Daha doğrusu onu kaybedince koca koca adam oluyorum.

Ölümüydü siyahlığı, kefeninden almıştı beyazlığı tuttuğu takımın renklerini, tıpkı benim tuttuğum takım gibi; yalnızca siyah-beyaz bir futbol topunu.

--No Country For Old Men filminden Alıntı--

İki rüya gördüm, ikisinde de
kendine has bir şekilde babam vardı.
Yaş olarak ona yirmi sene fark attım.
Yani öyle hesaplarsak,
o benden daha genç.
Her neyse, ilkini çok iyi
hatırlamamakla beraber
kasabada bir yerlerde buluşuyorduk
ve o bana para veriyordu.
Sanırım parayı kaybettim.
İkincisinde de, ikimiz de
sanki eski günleri yaşıyorduk.

Gece vakti at sırtında
dağların arasında ilerliyor
dağların arasındaki
o geçitten geçiyordum.
Soğuktu ve yerde kar vardı.
Yanımdan geçti ve ilerlemeye devam etti.
Bir şey söylemeden geçip gitti.
Sırtına battaniyesini atmış,
başını da omuzlarının arasına gömmüştü.
Yanımdan geçerken taşıdığı boynuzun
içinde alev alev yanan bir şeyler gördüm.
İnsanlar öyle yapardı ve boynuz,
mehtabın rengini alır
içindeki ateş sayesinde görülürdü.
Rüya olduğu halde
biliyordum ki önden gidecek
ve bir yerlerde, o soğuk ve
karanlığın içinde bir ateş yakacaktı.
Biliyordum ki oraya vardığımda,
o orada olacaktı.

Sonra, uyandım.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

FERDİ

Ablam aradı dün sabah.Hove Albion'un reserve idman sahasına Londra'dan Tottenham koçları geliyormuş," acaba" diyor, bizim yeğen gitse miymiş. "Abla" diyorum "hepsi para tuzağı, seçmelere belli bir ücretle girilir" diyorum. "Voliyi vurur giderler, olan çocukların hayallerine olur" diyorum.Anlamıyor.Yok yok bu sefer ki böyle değilmiş, enişten öğrenmiş diyor. Bizim komşular da çocuklarını yazdırmışlar, senin onlarla bağlantın vardır, ara öğren diyor. Tamam seni birazdan ararım deyip kapatıyorum telefonu.Ayıptır söylemesi kolumuz biraz uzun Brighton'da, kulüpten bir arkadaşımı arayıp soruyorum. Doğru Joe, üç gün burada seçme yapacaklar, ilki bugün saat birde diyor. İşin ucunda ali-cengiz oyunu var mı diyorum, yok bedava diyor. Tamam bizim yeğeni kaydet o zaman. Ailesiyle gelecek, yapabilirsen kıyağını esirgeme diyorum. Kapatıyorum telefonu. Ablamı arıyorum."Abla ben yeğenin kaydını yaptım, çocuğun ayakkabısı, çorabı bilmem neyi yok...

GİDİYORUZ!

Flying Dutchman Blog ekibinden Joe Jonese Ateşdağlı 'yı zannederim ki blog takip eden futbol sevdalısı kitle artık ziyadesiyle biliyordur. Kendisi, yarın akşam oynanacak Merseyside Derbisi nedeniyle başından geçen bir Merseyside deplasmanı anısını bizlerle paylaşmak istedi. Seve seve dedik. Kendisine teşekkür ediyor ve ekliyoruz; Biz o Everton Reisini bulduk, tahsilatı yapıyoruz Joe . Hesap numaranı mail atarsan, hemen ödemeyi gerçekleştirebiliriz :-) GİDİYORUZ ! King Santillana birkaç hafta önce "Geliyoruz" demişti esasında, "Gidiyoruz" kalmıştı. Belli ki futbolu izleyenler için naif bir tanımlama idi bu, yıllardır uzaktan rekabeti izleyip kırmızıları yahut mavileri tutmanın verdiği "maç sonucu" sevinci ile futbolun aslında fikstür yahut sadece futbol topu olmadığını tribünden izleyenler için evet, "Gidiyoruz" yarım kalmıştı. Usta bizim bir yarım vardı, n'oldu sahi ona? 91' yılının son günleri. Yatılı lisede okuyoruz o...