Dün nurtopu gibi Beşiktaş deplasman formam
oldu. Şu enine siyah ve gri çizgilerden olan. Ha keza internetten yahut ordan
burdan temin etsem buraya yazmazdım. Zira değişik(!) bir mazisi var bu
formanın.
Yaklaşık beş ay önce sevdiğim bir abime;
Abi çok güzel yazıyorsun minvalinde destansı bir mail döşemiş ve sonuna da şaka
yollu "Abi istiyorsan Fulham tayfasının Honem barındaki Chelsea Library kimlik kartını yollayabilirim,
tabi sen bana Çubuklu Beşiktaş formasını yollarsan" demiştim.
Abimiz tam beş ay sonra sadece Outlook'un şirket dışındaki maillere otomatik
bastığı network kartvizit adresine yollamış formayı.
Dünya küçük dostlar, tek söyleyeceğim budur.
Birgün Tophane'de oturmuş arkadaşlarla hafiften demlenme vaziyetindeyiz.
Mühendis arkadaşım Vehbi ve onun iki arkadaşı muhabbet ediyoruz. Tam böyle
nargilemden bir fırt çekecekken telefon çalıyor, arayan gizli numara. Şimdi
ayıptır söylemesi İngiltere'den gelirken bir kız arkadaşımız vardı, onu orada
habersiz terkedip İstanbula gelince korkuyorum, numaramı bulmuştur belki diye
her telefonu açmıyorum. Zaten oturduğum yer çok garip. Sanırsam ismine armut
koltuk diyorlardı. Onun içine oturup bir daha kalkamayanlardanım. Hayır,
keyiften değil bizzat göbekten. Zaten bir armut koltuğa oturmak, bir de çorap
giymek zoruma gider. Bir gün çorap giyerken mancınık sistemi gibi kitlenip
kalmıştım. Annem gelip odunla kafama vurmuştu da kurtarmıştık paçayı.
Telefon çalıyor, ilkine yetişemiyorum. İkinci kez çalıyor, bakıyorum gizli
numara, açmıyorum. Üçüncü kez çalıyor açıyorum, bulunduğum kalabalık ortamdan
dolayı ses gelmediği gibi diğer taraftan da ses alamıyorum, kapatıyorum.
Telefonu tam masaya koyacakken bir defa daha çalıyor, açıyorum. Birisi
ingilizce açtı...açtı..söyle şuna diyor. Telefon uzatılan kişi Türkçe;
yahu..Allah Allah. Alo. Alo.. diyor, o ara kapanıyor telefon. Ben, tamam
diyorum. Kesin bizim tayfa maytap geçecek adam arıyorlar diyorum. Hatta
telefonu elimde tutup ilk çalışta açıp ana-avrat düz kayacak bir momentumda
armut koltukta dikiliyorum, bir daha çalmıyor telefon.
Hemen bizim Dimenjo lakaplı adaşımı arıyorum. Olum rahat bırakın lan, ayda
yılda galip gelip beni mi arıyorsunuz, maytap mı geçiyorsunuz? diye sorunca yok
abi valla ben değilim, işteyim abi diyor. Nargilemin kömürü bitiyor o sıra.
Boşver, yanlış numaradır herhalde, yandakilere ayıp olmasın diye muhabbete
devam diyorum. Eve gidiyorum, evden Alban'ın evi arıyorum. Yok
Joe
valla biz değildik diyor. Hadi öyle olsun diyorum.
Yılar sonra tekrardan İngiltere'ye dönüyorum. Londra'da iş başvurusu
yaptığım birkaç yerin mülakatına gidiyorum. Bir şirket "tamam olur gel
başla işe" diyor. Lakin İstanbuldaki master diplomasına burada okuduğum
Üniversitenin denkliği lazım. Gidip onu hallediyorum. Londra'ya, arkadaşımın
yanına giderken, bari buraya kadar gelmişken bizim şu Fulham tayfasına bir
bakayım, hal hatır sorayım diyorum. Minister Road'da küçük bir barları var
bunların. Giriyorum içeriye. Tanıdık birkaç kişi var. O
Joe Sen nerelerdesin yahu? diyor bizim lise zamanındaki Fulham
kale arkası müdavimlerinden Frank. Anlatıyorum abi böyle böyle diye.
Bilmeyenler için söyleyeyim. Benim gerçekten tribün adına birşeyler öğrendiğim,
yatılı lisede Wimbledon'dan cacık olmayınca maçlarına geldiğim yegane takımdır
Fulham. İstemeden de olsa pankartlarını bir Liverpool'dan getirdiğim üçüncü
sınıf bir maceram bile vardır bu abilerle. Hatta bunu yazmıştım King
Santillana blogunda. Bırakmıyorlar beni. Gel biraz demlenelim akşama
gidersin diyorlar. Olur diyorum. Muhabbet ediyoruz eskilerden. 80'lerden kimse
kalmamış, hepsi çoluk çocuğa karışmış diyor Frank. Eskileri konuşurken, Joe duydun mu bizim Fat Thorten öldü diyor. "Abi başınız
sağolsun, ama tam hatırlayamadım Thorten'ı bizim zamanımızda var mıydı"
dediğimde bu hafif bir kızgınlıkla yahu Joe şişman Thor da unutulmayacak biri gibiydi sanki, senin yaptığın ayıp
diyor. Bak hatta barın arkasındaki Unit hall of fame'da var fotoğrafı git bak
diyor. Gidip bakıyorum. Hakikaten bizim bu dayıyı unutmamız ayıp olmuş diyorum
içimden. Tam arkama dönüp masaya gidecekken, yıllardır Fulham tayfasının
dırdırını çeken -ismini unuttum- barmen(sözümona)'e abi ne yapıyorsun hiç, beni
tanıdın mı diye muhabbet ederken sol taraftaki yapışkan panoda bir kimlik
gözüme çarpıyor. Lan, Lan! diyorum. Elime alıp abi bu
kimlik burada ne arıyor? diyorum Kayıp eşya Joe, tanıyor musun yoksa sahibini? diyor. Abi...tanıyo..tanıyorum da..?!+&^+
şeklinde devrelerim yanıyor. Kimliği yanıma alıp Frank'e "Baba bu adam
Beşiktaş'ın yönetim kadrosunda. Burada kimliği var,
nereden buldunuz
lan" dediğimde Bejik? Kim? Bilmiyorum Joe diyor. Gel birader
kayıp eşyalar onlar, biran soğudu diyor.Ben masaya oturuyorum ama, devrelerden
duman çıkıyor..
Takriben bu olayın üstünden
4 yıl falan geçiyor. Kasım ayının sonu gibi bizim Rajmund reisin ölüm yıldönümü
var. Tabi çevre yerlerdeki tribünlerin büyük bir saygısı var Rajmund reise.
Hepsi geliyor Brighton'a. Mezarlıkta baya bir kalabalık oluyor. Dağılınca
herkes Trafalgar'daki eski barın oraya toplanıyor. Gidiyoruz dolmuş, oturacak
yer yok. Bizim şu an ki gittiğimiz barın önüne geliyoruz arkadaşlarla Fulham
tayfası dışarıda otobüse binmek üzere. "Yahu nereye abi, bugün
misafirimizsiniz" dediğimizde "yahu yok birader Luton tayfası da
gelmiş, şimdi bir arıza çıkmasın, biz erkenden kaçalım" diyorlar. Abi olur
mu ya gerekirse sizi evimizde ağırlarız diyoruz. Bunlar kararsız kalsa da tamam
olur diyorlar. Benim eve götürüyorum. Alban'ın eline para verip "olum
adamlar kalabalık yiyecek, içecek kap gel" diyorum. İnsan bir kere
"yok Joe ben alırım" desin. Hemen
alıyor parayı.
Akşam oluyor, muhabbet süper. Benim Wimbledon'da o dönem oynayan defans
oyuncusu Josh Reig'e, "Fulham sizden daha iyi takım" deyip beni tüm
sahada kovalayıp patakladığını, sonra bunu Fulham'daki abilere anlatıp Reig'in
ertesi maça morarmış gözlerle çıktığını belki bunlara 50.kez anlatıyorum.
Bunlar altına sıçıyor gülmekten tabi. Bir ara, Fulham tayfasından Fas asıllı
bir birader var adı Kaseem tabi ben ona Kazım derim. Ha bu arada bilmeyenler
için söyleyeyim, Fulham semti kuzey
afrika ve orta doğululardan oluşur İngiliz nüfusu azdır, tribün tayfası da
aynen öyledir. Bu Kaseem bana yahu Joe sen çok
hayırsız çıktın seninle bir on sene görüşmedik ama insan bir telefonla arar
bari deyince klasik yalan "abi ben seni çok aradım, numaran değişmiş
galiba" deyince bu altta kalmıyor zaten abi zaten bende senin 90'lı
numaran var. Ha gerçi ben o numaradan seni aramıştım diyor. Yanındakilere
dönüp; beyler şu italyan gözlemciyi hatırladınız mı deyince bunlar kahkahalar
atıyor, tabi biz duruma yabancı kalıyoruz. Ben Nasıl ya? Ne italyan gözlemcisi?
deyince bu; Abi bir gün bize haber geldi maçtan önce, -bir oyuncu ismi
söylüyor-'ın Romadan birisi gelip izleyecekmiş dediler bize. Biz de bir daha
gelmesin diye adamı korkutacaktık. Maçta bir adam, elinde bir kamera var
yanındakilerle konuşuyor falan, biz bunu tuttuk devre arasında tuvaletin oraya
doğru götürüp sıkıştırdık korkutmak için. Bu
ben İtalyan değilim Türküm falan deyince inanmadık biz. Hatta korktu bizi
para istiyor falan sandı, para verdi. Tam o sıra aklıma sen geldin birader. Arayıp
Türkçe konuşturacaktık, doğru mu diye. Sonra bu bize ehliyetini mi ne gösterdi
parayı geri alıp topukladı gitti.
Benim aklımdaki parçalar yavaş yavaş oturuyor.
Lan diyorum Allah sizi davul etmesin. Hemen bilgisayarı açıp bu abinin yazdığı
gazetenin sitesini açıyorum. Resmini gösteriyorum buydu değil mi? diyorum.
Bunlar valla bilmiyoruz ki, bu muydu acaba? gibisinden sallıyorlar. Lan buydu
tabi diyorum. Bu adam Beşiktaş yönetiminde, yazar yahu Türkiye'de diyorum. Bu
sefer bunların devreleri yanıyor. Nasıl abi ya? Ne yani hakikaten gözlemcimi
imiş? şeklinde afallıyorlar. Bu sefer ben gülüyorum, bunlar birşey
anlamıyorlar. Anlatıyorum olayı, inanmıyorlar.
Ertesi gün ofise gider gitmez gazetedeki mail adresinden mail atıyorum ben bu
abimize. Yanıt alamıyorum uzunca bir süre. Lan diyorum yoksa sadece barda
kütüphane kimliğini düşürmüş olamaz mı diyorum içimden. Beni yanlış anlamış
olabilir belki diye tekrardan mail atıyorum. Yine yanıt yok. Ta ki düne kadar.
Dün bir paket geliyor ofise. Elime alıyorum, kumaşlı birşey. Açmaya korkuyorum.
Ayıptır söylemesi bizim hatun internetten saçma sapan tişörtler sipariş eder
yollar ofise. Bu kadınları bu konuda hiç anlamam. Hatta bir keresinde Bugs
Bunny'li don yollamıştı, ofiste açmıştım paketi, taşak oğlanı olmuştum. Millet
havuç yer misin getireyim taze taze diyordu.Kim göndermiş diye bakmadan bile
tam paketi alt çekmeceye koyarken arka taraftaki Fdx-Ist etiketini görünce
şaşırıp kurabiye canavarı gibi paketi açıyorum. Allahım o ne, Beşiktaş
deplasman forması. Siyah ve gri enine çizgili olanlardan. Yere bir kağıt
düşüyor. Açıp bir bakıyorum ve dünyanın aslında ne kadar küçük ve kaderlerin ne
kadar kesişken olduğunu görüyorum. Formayı hemen giyiyorum üstüme. İşte
Patoganya ligi bu naraları atıyorum. Ofistekiler ne olduğundan habersiz tabi,
anlatsan da anlamazlar.
"Çubuklu bulamamış çocuklar kusura bakma, kimliğin de süresi zaten
dolmuştu " diyor abimiz notunda.
Varsın çubuklu olmasın.
By Joe Jonese
Ateşdağlı
Yorumlar