Ana içeriğe atla

BIRMINGHAM'S PATRIOT


Böyle bir grup adı vardı esasında şimdi hatırladım, MFÖ tadında şarkıları vardı, yaşlanınca hepsi kayboldu, The Police gibi. İşte bu adamlar meşhur olamadılarsa bu başarızlığı Dünya'nın en önemli derbilerinden birinin adını grup adı olarak koymalarına borçlular. Anlatım bozukluğu var biliyorum, zira başarısızlığa borçlu olunur mu? olunmaz. Ama Kartal Trabzon derbisinde son dakikada güldü , İngiltere derbisinde Arsenal- Manchaster'i 2-1 geçti gibisinden yazılan gazete başlıklarından daha mantıklı duruyor bizimkisi, herneyse.

Zira gördüğüm, yaşadığım en özel maçların, rekabet profilinin (rivalry relationship), heyecan ve macera katsayılarını (matchday events) baz alarak kafanda Flying Dutchman'deki Top Tenler gibi yap deseler bir numaraya koyarım Birmingham City- Aston Villa maçını.

Southend-Lincoln maçında polisin panzeri ile aralık ayında sabah duşu almış, Liverpool- Everton maçına sırf para yok diye posta treni ile 10 kişi 19 saat süren bir yolculuk yapmış, şehir merkezinde güneyli olduğumuz anlaşıldı diye bir de üstüne dayak yediğimiz, sırf arkadaşlarla zaman geçirmek için Oxford'lu holiganlarla Swindon'da polis köpeklerinin arkamızdaki sıcak nefesini hisseden biri olarak söylüyorum. Derbi Sheffield Wednesday - Sheffield United'dır, Genoa - Sampdoria'dır, Boca-River'dır. Kapital sistemin futbol beylikleri , dünyada en iyi tesislere sahip kulüplerin, taraftar GDP'si yüksek takımların değil.

2005 senesi, Eylül ayı olmalı annem arıyor cepten; Oğlum seni Birmingham'dan bir şirket aradı diyor. Arıyorum ben bunları o gün, Birmingham'da şantiyeye başlayacağız hemen gel diyorlar , parası da gayet iyi. Ben sizi arayacağım diyorum, kapatıyorum. Zati Brighton'daki inşaat bitmek üzere, Heidi'nin Dedesine çok benzettiğim şantiye şefine anlatıyorum durumu, birkaç kuyruklu yalanla da harmanlayıp cilalıyor, ardından çekimi alıp topukluyorum oradan. Arıyorum bunları sonra "iş teklifiniz hala geçerli mi?" diye, evet diyor. hemen atlıyorum teklife ben doğal olarak. Annem kızıyor dur oğlum bir pazarlık yapsaydın bari diyor, pek umursamıyorum.

Gidiyorum Birmingham'a, bakıyoruz iş ciddi. The Hawtorns Station'da tünel yapılacak. West Bromich'in Stadı'nın hemen yanı. Tırsıyoruz hafiften. İş başlıyor korktuğumuz başımıza geliyor, her gün su basıyor tüneli. Geceli gündüzlü çalışıyoruz ama nafile. Bir ay filan geçiyor sonra temel düzeliyor Allahtan, bitmek üzere. Lakin bu Sefer 8 mühendis, 6 teknisyen koca 40 gün boyunca amele muamelesi görmüşüz, gidiyoruz şefin yanına şef bu hafta sonu izin verde biraz dolaşalım diyoruz. Tamam diyor ama Bugün derbi maçı var sakın St. Andrews'in oralara inmeyin, başınıza birşey gelirse menajer beni sallandırır diyor. Emredersiniz komutanım diyoruz, çıkıyoruz şantiyeden.
Kimse Birmingham'ı bilmiyor, iki gruba ayrılalım diyoruz. hangi grup, merkezi, barların olduğu, n bir doğal sayı olmak üzere, n'in limitinin erkek populasyonu sıfıra yaklaşırken bayan populasyonunu sonsuza yaklaştığı yerleri tespit ederse cep telefonuyla haber uçursun grubu oraya getirip akşam güzel bir gece geçirelim diyoruz.

Neyse, biz bir grup oluşturup güneye doğru yola çıkıyoruz. Yalnız ne bir otobüs durağı yahut taksi görebiliyoruz. Yürü allah yürü. Birmingham kazan biz kepçe. Ha şunu da belirteyim, Birmingham Ankara kadar bir yer, Nüfusu o kadar olmayabilir tabi.

Baya bir yol katediyoruz ama yürüyerek, lakin sanarsın tropik ormanda kaybolan ispanyol savaşçılar gibi daireler çiziyoruz. Tabi grupta yorgunluğun belirtisi ile çatlaklar başlıyor, ideolojik çatışmalar, paralel evren histerileri, benmerkezcil olmaya itiyor gruptakileri. Birisi ordan hadi maça gidelim bu şehir çok sıkıcı diyor. Diğeri olmaz manyak mısın Mahmut hoca görür diyor.

Derken korku filmlerindeki gibi grupta kopmalar meydana geliyor. Dört kişi maça gitmek için Birmingham City'li taraftarları izliyor. Biz üç kişi kalıyoruz öylece, diğer gruptan haber yok. Eee eytera bea! deyip rastgele bir bara giriyoruz.

Barın içerisinde adım atacak yer yok, ki sonradan öğreniyoruz ki Astonluların maçtan önce toparlandıkları birkaç yerden biriymiş. Biramızı alıyor içiyoruz. İki, üç, dört bira derken yanımdaki tanımadığım adamla Brighton'daki eşcinsellerin sosyo-kültürel çalışmalarını konu alan hararetli bir tartışma yapacak kadar zil-zurna oluyoruz.

Bir ara yanımıza yaşlı bir adam yaklaşıyor. Gençler bilet lazım mı diyor. Bizde söz vermişiz şefe gitmeyeceğiz maça. Sırf adam yanımızdan uzaklaşsın diye pazarlığa başlıyoruz, çakırkeyif modundayız amacımız muhabbet olsun diyoruz. Hani hiç sevmediğim Roy keane de gelse otur iki dakika Roy, çay iç birşey iç diyesim var. Keyfim yerinde, bardaki atmosfer zaten inanılmaz. Neyse, biz bu karaborsacı dayıyla pazarlığa başlıyoruz, ama tam cingen işi. 60 pound diyor, olmaz dayı 3'ü 30 pound, birde biramızı içersin diyoruz, vermeyeceğini biliyoruz, zaten almayacağız.

Dayı kafasında müşteri portföy yönetimini yapmış olacak ki, bizi hedefine alıyor, yarım dakika aralıklarla teklifini Hold'em oynar gibi yükseltiyor, blöf çekiyor. Bizde poker suratımızı kullanıp 40 diyoruz, 50 diyor, en sonunda 45 pound'a anlaşıyoruz. Çıkarıp veriyorum dayıya parasını. Artık The Birmingham Patriot'una üç biletim var!. Bir ara yanımdaki çocuk (hepsinin ismini unutmuşum) abi iyi hoş da biz hani maça gitmeyecektik diyor. oha! diyorum doğru lan!. Sırf pazarlığı iyi yaptım diyerekten bahçesi olmayan evime barbekü aldığımı biliyorum ben, bu yine iyi.

Maç saati yaklaşıyor, millet şarkılar, ezgiler eşliğinde bardan çıkıyor, topluca yürümeye başlıyor stada doğru, biz de yanımızdaki elemanlarla katılıyoruz gruba. Bir yandan da birbirimizi tembihliyoruz beyler maça gittiğimizi söylemiyoruz tamam mı çok ayıp olur patrona tamam mı? şeklinde. Bizim grup birkaç Aston'lu grupla daha birleşiyor yaklaşık bin kişi oluyoruz. Bir ara Camp Hill tarafında Birmingham City'lilerle arbede yaşanıyor, topukluyoruz ayaklarımız sırtımıza vura vura. Lakin yine kayıp veriyoruz, yine ismini hatırlayamadığım üçüncü eleman kayıp, biletlerde bende, yarım saat onu arıyoruz neyseki allahtan kafası turuncuydu bulduk, yalnız ağzı yüzü biraz deforme olmuş garibimin Birminghamlılar acımamış.

Neyse fazla uzatmayayım; girdik maça. Kevin Philips'di yanılmıyorsam uzaktan soktu bir tane. Bizim keyifler yerinde tabi. Hani o gün Birminghamlıların barına girsem Birm'amı tutucaz, işimiz futbol değil o gün, günü geçirmek.
Dakika 65' falan birşeyler hissediyorum tribünde böyle, derken öndeki 20-25 kişi gruplaşıyor, oğlum joe bir anca tüy burdan diyorum kendi kendime, lakin bizimkileri yanımda göremiyorum. Bizimkileri aramak için kafamı sağa dönderdiğimde bu öndeki grup aniden yandakilere saldırmaya başladı,Birminghamlılar truva yapmışlar. Kendimi bir anda kavganın içinde buldum, sağdan soldan yiyorum. Bir ara hayal-meyal hatırlıyorum sağdan güzel bir kroşe yedim, onun siniriyle yukardan dövüle dövüle aşağı inen bizim elemanın sırtına vurmuşum. Hele bir ara yanlışlıkla Astonlu bir yarmanın kulağına doğru bir kroşe çıkınca, dönüp bana attığı bakışı hiç unutmam, ama sözel bir şekilde tarif etmek gerekirse şimdi ..tim belanı bakışıydı diyebiliriz.

Polisten de zor bela kurtulup, maç sonunda dışarı çıkıyoruz. Yalnız bizim üç numara yine kayıp. Neyse, taksi kiralayıp kaldığımız otele gidiyoruz. Bizim diğer grup içerde alem yapıyor, maça gidenler dönmüş lobide muhabbet yapıyorlar.

Sabah kalkıyorum, sırtımın ağrısından ayakta duramıyorum, her yer morarmış. Şantiyede lokal bir gazeteyi bir açıyorum; hayvan gibi puntolarla holiganlar derbiyi boş geçmedi yazıyor. Kabak gibi yanımdaki elemanla da resmimiz çıkmış. Şantiyede ne kadar gazete varsa topluyoruz hepsini, şef görse direk yalan olacağız çünkü. Bir ara şef gelip nasıl çaktık ama birm'ama diyor, bizde ehehe diyoruz. Yalnız çocuklar gördünüz mü ne demek istediğimi dün yine kavga çıktı diyor. Biz zaten olmuşuz msn smiley'i şefin bu lafını da boş geçmiyoruz sırıtıyoruz. Yalnız bizim turuncu kafadan hala haber yok, şantiyeyi de aramamış, hafif tırsıyoruz.

Dört gün sonra şantiye kısmen bitiyor, peyzaj işi kalıyor. Çekimi alıyor, eyvallahımı çekip çıkıyorum. Kısa bir yolculuktan sonra eve geliyorum. Annemle öpüşüp koklaştıktan sonra annem; oğlum dün sana fax yolladılar, önceki çalıştığın şirketin(brighton'daki) Sheffield'da şantiyesi başlayacakmış, uygun pozisyon var ilgilenir misin diye yazmışlar diyor.

Aman anne aman iki hafta sonra Sheffield derbisi var hiç uğraşamam diyorum, anlamadım? diyor. Gülümsüyorum, kadıncağzı yine pek umursamıyorum.


not: eklediğim son resimdeki okla gösterilen benim. Kalitesiz scannerla ancak o kalitede çıkıyor. arkamdaki bizim diğer eleman. turuncu kafalı çocuktan haber alamadık, oldu da toprağa gittiyse tüm yakınlarına başsağlığı diliyorum

by Joe Jonese Ateşdağlı

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

FERDİ

Ablam aradı dün sabah.Hove Albion'un reserve idman sahasına Londra'dan Tottenham koçları geliyormuş," acaba" diyor, bizim yeğen gitse miymiş. "Abla" diyorum "hepsi para tuzağı, seçmelere belli bir ücretle girilir" diyorum. "Voliyi vurur giderler, olan çocukların hayallerine olur" diyorum.Anlamıyor.Yok yok bu sefer ki böyle değilmiş, enişten öğrenmiş diyor. Bizim komşular da çocuklarını yazdırmışlar, senin onlarla bağlantın vardır, ara öğren diyor. Tamam seni birazdan ararım deyip kapatıyorum telefonu.Ayıptır söylemesi kolumuz biraz uzun Brighton'da, kulüpten bir arkadaşımı arayıp soruyorum. Doğru Joe, üç gün burada seçme yapacaklar, ilki bugün saat birde diyor. İşin ucunda ali-cengiz oyunu var mı diyorum, yok bedava diyor. Tamam bizim yeğeni kaydet o zaman. Ailesiyle gelecek, yapabilirsen kıyağını esirgeme diyorum. Kapatıyorum telefonu. Ablamı arıyorum."Abla ben yeğenin kaydını yaptım, çocuğun ayakkabısı, çorabı bilmem neyi yok...

GİDİYORUZ!

Flying Dutchman Blog ekibinden Joe Jonese Ateşdağlı 'yı zannederim ki blog takip eden futbol sevdalısı kitle artık ziyadesiyle biliyordur. Kendisi, yarın akşam oynanacak Merseyside Derbisi nedeniyle başından geçen bir Merseyside deplasmanı anısını bizlerle paylaşmak istedi. Seve seve dedik. Kendisine teşekkür ediyor ve ekliyoruz; Biz o Everton Reisini bulduk, tahsilatı yapıyoruz Joe . Hesap numaranı mail atarsan, hemen ödemeyi gerçekleştirebiliriz :-) GİDİYORUZ ! King Santillana birkaç hafta önce "Geliyoruz" demişti esasında, "Gidiyoruz" kalmıştı. Belli ki futbolu izleyenler için naif bir tanımlama idi bu, yıllardır uzaktan rekabeti izleyip kırmızıları yahut mavileri tutmanın verdiği "maç sonucu" sevinci ile futbolun aslında fikstür yahut sadece futbol topu olmadığını tribünden izleyenler için evet, "Gidiyoruz" yarım kalmıştı. Usta bizim bir yarım vardı, n'oldu sahi ona? 91' yılının son günleri. Yatılı lisede okuyoruz o...

BABAMIN TAKIMI

Babamın ölüm yıldönümü bugün. Çoğu zaman düşünürüm. Babam bana ne kattı? Onunla daha neler yaşayabilirdim? Babam gibi olabilir miyim? vesaire vesaire. Kafamda metalar var işlenmemiş; ne zaman kokulu silgi görsem 3-4 yaşında iken aşık olduğum komşu kızını hatırlarım, yüzünü bile hatırlamam, ama o silginin kokusu hiç bir zaman silinmez duyumdan. Dedemin Türkiye'den getirdiği halının desenindedir benim geometrik bilgim, o halıya bakarak öğrenmişimdir üçgeni, beşgeni. Bugün çelikten konstrüksiyon yapabiliyorsam bunun sebebi babamın beni oturtup matematik çalıştırması değil, o halının üzerindeki desenlerde, ağzımdan çıkarıp yuvarladığım sakızla oynadığım parmak adam maçlarındandır. Sırf genlerim farklı olduğu için çoğunluğu İrlanda göçmeni çocuklardan oluşan göçmen ilkokulu yıllığı fotoğrafında kabak gibi bir tek benim siyah renkli olmam değildir kafama taktığım, müslüman diye altıpasta müsait bir pozisyonda pas atılmayışıdır aslında. Bunların hepsi bir nevi bab...