Biz burda anılarımızı anlataduralım gitgide
yazılarda makarasını yaptığımız "Anı Adamı Sunay Akın" kıvamına hızlıca yaklaşıyoruz, Sunay
Akın ile dalga geçe geçe emprovize Sunay Akın kılıklı birine dönüştüm. "Hiç
unutmam geçenlerde Trabzon tepelerinden yaylalara doğru çırılçıplak, bir
peynirin peşinden koşuyorum" ile
başlayan cümleler kuruyorum yolda yürürken, yeğenimin oyuncaklarını çalıp
evimde saklıyorum, n'oluyor bana böyle? Durduk yere gaydaya ilgi sardım, eve
aldım bir tane geceleri çalıyorum. Biraz çalıyorum sonra başlıyorum konuşmaya
"Eskiden Eyüpde Oyuncakçılar vardı hatta bir keresinde..." derken burnumdan kan geliyor,
bayılıyorum. Bir kalkıyorum sabaha karşı beş olmuş. Bir daha vuruyorum tele,
dağa taşa solo atıyorum. Bir müddet daha çaldıktan sonra ağzımdan istemsiz
romantik cümleler saçılıyor " Bir frigya çömleğiyim, toprağın üç
parmak altında, eskimiş zamazingo gibiyim, bana uzak, Allah'a yakın ol... Bana
uzak, Allah'a... Ya.. Yakın... Sunay Ak..Sunay Akın" Burnumdan kan geliyor, bayılıyorum.
Doktora gittim. Anlattım derdimi. "Saçak altına sığınmış göçmen kuşu
gibiyim doktor, ağlıyorum sokaklarda yağmur yağarken, sokaklar anlamasın benim
ağladığımı diye..." diyorum. Doktor
şöyle bir bakıyor bana "evlat malesef zilyonda bir rastlanan hastalığa
yakalanmışsın sen, Sunay Akın tarzı
ağlak edebiyat tırıvıri bu hastalığın ismi"
diyor. Nasıl olur doktor? diyorum. "Bal gibi olur eşşoğlu, orda burda
Sunay Akın hakkında atıp tutarsan olacağı bu"
diyor. Nasıl geçer? diyorum. "Bloga post atarken kısa kes direkt
konuya gir, anca böyle iyileşirsin"
diyor.
97' yılı. Ağustos sıcağında barda oturuyoruz yine. Futbol yok, bizim muhabbet
de yok. Transfer geyikleri ile zaman öldürüyoruz. Lakin o dönem internet
zımbırtısı yok, kulüp öğlen transfer yapıyor akşama haberleri bekliyoruz.
Haberlerde Manchester diyor, Liverpool diyor. Bizden haber yok. Sırf kulüp
transfer yaptı mı diye akşam bara gidiyoruz "kerhaneye zenci gelmiş"
kıvamında efsaneler üretiliyor. "Oğlum duydun mu? Bizimkiler bir
transfer yapmış adam Nijeryalı'ymış on saniyede yüz metre koşuyormuş", "Bizimkiler meşhur biriyle
anlaşmışlar kaynağım sağlam", "Menajeri
şimdi aradım Cantona yarın buradaymış"
tadında efsaneler bunlar. Alkolün kanda oranı yükseldikçe efsaneler Tolstoy'u
bile kızdıracak cinsten olmaya başlıyordu. "Beyler yeni duydum
bizimkiler Derek Hales'ı transfer etmiş, haydi şerefe" deyince bizimkilerden biri atlıyordu "olum o futbolu
bırakmadı mı ya?"
Bırakmak ne yahu? Adam bastonla geziyordu, ama yüksek alkol oranı onu bizim
takıma monte ediyordu. Herkes ayaklı gazete şeklinde şunu almışız, bunu
almışız, şu takımdan gidiyor şeklinde yüksek sesle konuşuyor. Hani Adam Smith
kapıdan girse "olum bağırmayın lan, ders çalışmaya çalışıyoruz şurada" dese hiç iplemeyeceğiz ve Liberalizm
yıllar sonrası keşfedilecek. Gerçi yağmurlu havada takımı desteklerken
Arşimet'den önce suyun kaldırma kuvvetini ve yarattığımız havayla elektiriği
Benjamin Franklin'den önce bulmuşuz, Adam Smith'i kim ipler ki arkadaş?
Bırakınız gürültü yapsınlar, bırakınız içsinler di mi Smith?
Bir gün bara haber geliyor bizimkiler transfer yapmış diye. İlk önce kaleci
diyorlar, sonra defans oluyor bizim bu yeni transfer. Kulübü arıyoruz böyle
böyle bir transfer varmış, doğru mu diye? "Aa doğru lan o iyi bir
oyuncuydu, dur gidip bir sorayım kaç paraymış" diyorlar, Tam bir muamma.
Akşama sonunda geliyor haber bizimkiler Paul Linger'i transfer ediyor. Biz
seviniyoruz tabi, iyi oyuncu. Vakit gece yarısı falan bizim ekipten biri arıyor
barı, "Paul Linger bu yaz Leyton'a transfer olmuş beyler, haber
yalan" diyor. Üzülüyoruz tabi.
lmışlar" diyor.
Şaşırıyorum, olacaklardan da tırsıyorum. "Tamam akşama barda görüşürüz" diyorum. Bu olaydan korkuyorum. Bilmeyenler
için söyleyeyim Leyton Orient bizim Southampton ile kanlı bıçaklı olduğumuz bir
kulüp. Üstelik Todd Bush'un
ölümü henüz açığa kavuşmadığı
için biz onları suçlu buluyoruz. Nitekim akşama reis geliyor bara, baya bir
sinirli. Leyton'dan tribünden çocuklar aramış, "kullanılmış malı size
yolladık tepe tepe görün hayrınızı" tadında birşeyler söylemişler.İşte biz
o vakit Paul Linger'ı içimize sindiremiyoruz. Kulübü arıyoruz, anlaşma imzalanmadıysa
getirmesinler diyoruz bu oyuncuyu "ooo hemşerim adam geldi şu anda
tesislerde yatıyor" deyince kızıyoruz. Ama o gün karar alıyoruz "bu
adam gidecek".
Daha çimlere ayak basmadan adamın fermanını yazıyoruz. Lakin tesislerde kaldığı
için gidip "sieae lan! git burdan istemiyoruz seni" diyemiyoruz.
İki hafta sonra ligler başlıyor bizimkiler bir defans bir de forvet alıyor.
Baya bir umutluyuz anlaşılan. Bizimkiler bir de Southampton'dan genç bir çocuk
alınca bunlar bize eskici lakabı takıyor. Biz baya bir içerliyoruz bu duruma,
Linger'a küfürlü beste hazırlıyoruz amacımız onu takımdan soğutarak kovmak.
Nitekim üçüncü hafta içerde oynarken söylüyoruz besteyi, bu ya duymuyor ya da
umursamıyor. Beşinci hafta yine içerde oynarken biraz daha gür şekilde küfürlü
besteyi söyleyince bu bize maç sonunda nah çekiyor. Tamamdır, bizim plan işe
yarıyor kulüp bu hareketi görmezden gelmez diyoruz. Hiç unutmam bizim bir
defans oyuncusu var, siyahi bir oyuncusu, ismini unuttum gerçi. Bunun rakip
takıma penaltı kazandırmaktan başka futbol adına bir efektifliği yok. Biz yine
bunun sıçıp sıvadığı maç sonrası hafiften ırkçı bir tezahürat yapıyoruz, tamam
yalan söylemeyeyim baya bir ırkçı tezahürat idi. Bu bizim buna böyle
bağırdığımızı görüp bizim tribüne doğru yaklaşıyor, bizde özür dileyecek falan
sanıyoruz. Herif zamazingoyu çıkarıp "müdür bu, buna derdinizi anlatın" hareketi çekince biz afallıyoruz ilk
önce "Oha ne büyükmüş lan,herif topraklama yaptı, vücudundan statik
elektiriği attı ağa" şaşırma efekti
yapıyoruz, sonrası olayın şaşkınlığını atıp aşşağı inip bodoslama giriyoruz bu
karaboncuğa. Kulüp görmemezlikten gelmiyor, direkt postalıyorlar tabi bunu.
Mesnet hikayemiz bu; kulüp bu hareketinden sonra kesin kovar Linger'i diyoruz.
Yalnız bizim paragöz başkan olaya el koyuyor. Takımda o ara orta sahada
oynayacak adam olmadığı için radyoya; "önemli bir olay değildi, bir
anlık olaydı, futbolda olur böyle şeyler"
tadında konuşunca biz çileden çıkıyoruz. Artık bizim için Linger bir hedef
oluyor. Yılların sportif başarısızlığını, kötü yönetimini biz bu adamdan
çıkarmaya çalışıyoruz. Yani Paul Linger'in kovulması bizim için bir araç
oluyor, amaç değil. Yalan konuşmayalım şimdi, iyi oyuncuydu aslında.
Takım üç-beş hafta iyi gidiyor. Orta sahada oynayacak adam olmadığı için pek
ses etmiyoruz ama Bu çakal gol atıp bizim olduğumuz tribünlere koşup küfür
edince biz ipi orada koparıyoruz bununla. Maç sırasında kafaya koymuşuz;
tesislere girip buna ağız burun gireceğiz. Bu durumu çakıyor o gün tesislerden
hiç çıkmıyor, mesaj yolluyoruz biz buna "Brighton'a çıkarsan
ölürsün" diye.
Hafta içi bir akşam barda oturuyoruz. Ertesi gün deplasman olduğu için
"yarın sabaha erken kalkıp rahat bir deplasman otobüsüne binmek için
erkenden eve gidelim uyuyalım"
diyoruz. Tam kalkıp evlere dağılacakken Max arıyor barı. "Paul Linger
tribünle barışmak istiyorum, görüşelim sizinle" diyormuş. İlk başta kızıyoruz, olur mu öyle birşey diyoruz. Ama
reis bir yarım saat sonra arayıp "birazdan Linger ile bara geleceğim
çocuklar, Paul'a karşılama bestesi yapın"
diyor, Hoppala. Kasap lakaplı bir çocuk var, herif şair resmen. Yıllar önce
Tribündeki abilerin Alan Curbishley için yaptığı besteyi direkt Paul Linger'a
yamayıp yeni bir beste yapıyor.
Reis söylediği gibi kısa bir süre içerisinde Linger ile çıkıp geliyor bara. İlk
başta biz biraz kızgın gibi gözüksek de bu Paul çakalı pek bir sıcakkanlı
davranıyor bize. "Amaan koy g.tüne ulan herşey Brighton için" diyoruz. Herkes kadeh kaldırıyor
Linger'a. Yalnız biz on dakika öncesi yaptığımız besteyi unuttuğumuz için
birşey söyleyemiyoruz, şimdi küfürlü o güzel besteyi de söyleyemeyiz.
Başlıyoruz random tribün şarkılarını söylemeye.
Saat gece bir gibi oluyor,uzun süredir barda böyle eğlenmemişiz. Baya bir alkol
tüketiyoruz. Hele bir de barın sahibi Sexy Bear lakaplı Tom abimiz son biralar
şirketden deyince iyice zıvanadan çıkıyoruz. Gece üç gibi reis arabayla Paul'u
tesise götürmeye gidiyor. Tom "hele biraz yardımcı olun şu barı
kapatalım" deyince baya bir geç oluyor vakit. Bir süre sonra reis geliyor
Tom ile komşu oldukları için onu götürecek. Tesisler kapalıymış, otele
yerleştirdim Linger'ı , yarın erkenden gelin pankartları dağıtın diyor.
Ertesi gün bir kaç saatlik uyku sonrası barın oraya gidiyoruz. Erkenden
gittiğimiz için en lüks otobüse biniyoruz. Lüks dediğime bakmayın, kıytırık bir
otobüs. Ama bizden sonrakilerin bineceği diğer otobüslere göre baya bir
"lüks". Neyse, yanılmıyorsam Barnsley deplasmanıydı, gidiyoruz. Tam
hatırlamıyorum ama herhalde yine üç-beş yediğimiz bir maç.
Maç maç da bizim Paul Linger ortalıkta yok. Olum adam daha dün yanımızdaydı,
sakat falan değildi di mi? diye soruyoruz birbirimize. Merak ediyoruz. Reis'e
soruyoruz, "bilmiyorum sakat değildi ama belki cezalı olabilir" diyor. Maç sonu yanımızdan geçen
yakınen tanıdığımız kulübün malzemecisine soruyoruz. "Ortalıkta yok,
tesislere gelmemiş dün gece menajer yakalarsa belasını s...ecek" diyor. Dönüyoruz şehre akşam, kimse
daha olayı duymamış. Reis kulübe yakın insanları arıyor, onların da durumdan
haberi yok.
Ertesi gün bizim tribün tayfasından biri beni arıyor; "Oğlum duydun mu
Linger uyumuş kalmış otel odasında, yetişememiş maça" diyor. Nasıl ya?
Yok muymuş otelin kaldırma servisi falan
diyorum. Ne bileyim oğlum diyor.
Akşam bara gidiyoruz, millet sus pus. Kesin kovuldu garibim diyoruz.
Kulüptende haber gelmiyor, çatlıyoruz meraktan.
Menajer hafta içi açıklama
yapıyor, Linger çok profesyonel bir
oyuncu ama her nasıl olduysa bizi yarı yolda bıraktı, herhangi bir mazeretini
kabul edemeyiz, artık bizim takımda oynamayacak diyor. Para göz başkan kontratı olduğu için para kazanmak istiyor, Linger
sadece takımla antremanlara çıkacak, devre arası bonservisi satılacak
diyor. Üzülüyoruz hakikaten.
Hele bir maçta adam yokluğundan kulübeye almış bizim direktör, heyecanlanıyoruz
belki girer oyuna barışır bizim adi köfte menajer ile diye. Lakin almıyor
oyuna. Hele birde oyunun son dakikaları ısınmak için bizim tribünün oraya
geldiğinde bize attığı "s.kip
attınız lan kariyerimi allahsız herifler, bitirdiniz lan beni yoyoma çocukları
sizi" bakışını unutmam. Bizde mahçupuz herkes havaya falan bakıyor
bununla gözgöze gelmemeye çalışıyor. Biri tam o sıra bizim o tribünün halini
fotoğraf çekse ve çıkardığı fotoğrafın altına "İngiliz hava kuvvetleri 97'
yılı hava gösterilerini izleyen meraklı kitle" yazsa herkes yer, yemin
olsun.Herkes havaya bakıyor, bizimkiler gol kaçırıyor galiba, millet bağırıyor
bizim kafamız hala yukarıda tam karşımızda Linger bize bakıyor. Biz buna kısaca
tribün g.tverenliği diyoruz ya, neyse.
Devre arası yaklaşınca biz bu Paul'u göremiyoruz. Basıp gitmiş biryerlere.
Birgün bardan birileri Paul kulüpten
haftalık maaşlarını alamamış dava etmiş ama bizim yahudi gibi çalışan başkan
davada kulübü aklamış diyor. Paul durmuyor sıkı çalışıyor, bu sefer bizim
tribün grubunu dava ediyor. Bizim taraftar koordinatörü mahkemede hakime "Ama arkadaşlar iyidir" hakim bey
demiş olacak ki davadan aklanıyoruz.
Tabi dava sırasında Paul'un maçı kaçırmasına bizim sebeb olduğumuz ortaya
çıkınca haber tez duyuluyor. Paul'un bonservis parasını F.A ye ordan
Wellington'a kaptıran başkan acısını bizden çıkarıyor; sezon sonuna kadar
verdiği bedava kombineleri iptal edip bizi staddan uzaklaştırıyor.
Doktordan çıkarken doktor ilaç milaç vermeyecek misin dediğimde, Sunay akın
histerileri vücudunu kapladığı zaman şiir yaz demişti. Şimdi şiirimi yazıp
yazıyı sonlandırıyorum. Öhöm öhöm.
Neyse, ilhâmım kaçtı. Kurtuldunuz benden şimdilik.
Not: Biz Japon ellerinde iken Varol boş durmamış Lokanta açmış. Kendisine
hayırlı olsun diyoruz. Reklamını yap, Post'un yorumlarına lokantanın adresini
yaz Varol, Yap bunları.
By Joe Jonese
Ateşdağlı
Yorumlar