Ana içeriğe atla

HODJA



Nasreddin Hoca'yı ve hikayelerini malumunuz, çoğu kişi biliyor, tanıyor. Hatta yaşamımız boyunca Hoca'nın hikayelerine ve felsefesine paralel olaylar yaşıyoruz. Yahu ne nefret ettiğim bir yazıya giriş şeklidir bu " Evet sevgili izleyiciler bugün size..." tadında başlayan ağlamaklı ifadeler, mide özsuyunu boğazına drenaj yapmış gibi bakışlar, peh. Arkadaşım, Hoca bana yamuk yaptı zamanında açık açık söylüyorum anlatacağım şimdi, gerçi ziyadesiyle severim kendisini o ayrı, çocukluk kahramanlarımdan birisidir. Hatta interaktif ortamlarda hakkında emprovize edilmiş hikayeleri ve fıkraları görünce üzülürüm. Yok Nasreddin Hoca bir gün uçakta gidiyormuşmuş. Yahu hoca hiç uçağa biner mi? Bir kere uçma korkusu vardı onun, nasıl binsin uçağa? Uydurmayın.

İngiliz üniversitelerinde bitirme projelerinin bir özelliği vardır. İngiliz üniversiteleri diyorum ama belki bu durum Türkiye ve diğer ülkelerin üniversitelerinin yönetmeliğinde de vardır şimdi tam bilemiyorum, yanlışlık olmasın. Neyse, üniversiteyi bitirmek için iki bitirme projesi vermeniz gerekiyor. Biri kültürel proje, diğeri anadal projesi. Kültürel proje son sınıfın ilk dönemi diğeri ikinci dönemde. Kültürel projenizde dünyadaki olaylara yahut oluşumlara, düşünce akımları, tarihsel olaylar-kişiler hakkında zorlu bir sunum olup geçmesi de bir hayli zor proje, öyle yani.

Tabii ben okulu bir sene uzatınca biraz rahatım bu proje için. Millet psikopata bağlamış konular alıyor. Yok şehir mimarisinin insan psikolojisi üzerine etkisiymiş, yok Birinci dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan iktisadi kuramlarmış, yok Leninizm'in üçüncü dünya ülkeleri üzerinde etkisiymiş, daha niceleri. Ben de kendi kendime düşünüyorum; "Oğlum Joe yap numaranı, seç farklı bir konu" diyorum. Hani şu yıllardır ülke ülke dolaşıp "Kanka geçenlerde final sınavına risk nedir sorusuna Budur yazdım, hoca geçirmiş ehehe"efsanesini anlatan adamla pek tanışık olmadığımdan yaratıcı bir konu seçmek için baya bir aranıyorum. Sonra bir gün yurt odasında yatağa uzanmış vaziyetde iken aklıma Nasreddin Hoca geliyor. Şöyle bir düşünüyorum, aslında mantıklı diyorum kendi kendime.


Neden mantıksız olsun ki? Hoca'nın hikayelerinde bırak felsefeyi, bilimsel, düşünsel veyahut pragmatist tasvirlerin çıkarımı elde edilebilir en nihayetinde diye düşünüyorum. Hakikaten de öyle, Komşusu ile girdiği kazan diyalogunu bugün liberalizmin en faydalı savunucusu olarak görülen bankalar hakkında edilmiş bir sözü yani "Bankalar size güneşli günde şemsiye verip, yağmurlu günde geri alırlar" lafı ile paralellik taşımıyor mudur? Ve Hoca dünyanın ortası neresidir sorusuna "Bastığım yerdir?" diye cevap veren bir şahsiyetin karşısındaki kitleyi septizm'e yönlendirmesini pek âla yorumlayabiliriz, gayet tabi daha niceleri var.


Bu fikir bana çok olumlu geliyor. Hocayı ve hikayelerini anlatıp diğer öğrencilerin yaptığı gibi tek bir konu üzerinde yoğunlaşmak yerine birçok konuyu, felsefik düşünce sistemleri ve dünyada yaşanan olaylar çerçevesinde hedef alıp tek bir celsede anlatmayı düşünüp sunumun sonunda "Analarımız, Bacılarımız, Camilerimiz hepsi bana, kalanı size girsin" tadında bitirip, sunumun sonunda kalabalığın yoğun alkışlarını bastıracak şekilde "Yahu tamam birşeyi de abartmayın lan ibneler, hadi sıraya girin imza için daha Birleşmiş Milletler'e gidip Orta doğu sorununu çözeceğim ehehe" şeklinde reverans verip ortamdan sıvışıcak şekilde kaçmak, ve yıllar sonra üniversitenin önünden eşeğe ters biçimde binmiş bir şekilde geçerken "Ehehe beni hatırladınız mı hocam, cozuttum ben" demenin histerilerini yaşayacağım. O an öyle hissediyorum.

Tabi o dönemler internet denen nane yok, araştırmalar sert görünümlü kütüphane sorumluları ile yüz-göz olmakla ilgili. Kaldı ki farklı bir konu lakin bu güne kadar böyle güzel, iyi huylu, doktordan ikinci el kıvamında bir kütüphane sorumlusu görmedim ben. Hepsi Nazi Almanyası Subayları gibi, ayrıca bu Nazi Almanyası, Stalin Rusyası, Mussolini İtalyası laflarına da kıl olurum, Eşşek Cennetine kimse birşey demiyor ama, sonra dövünce dövdü, sövünce sövdü oluyor. Neyse bu kütüphane sorumluları kitabını bir hafta sonra getirmeyeni toplama kamplarına götürüp pancar tarlalarında tüfekle ufo düşürme cezası verecek tipler olur genelde, hepsi ama. Halbuki kitabını zamanında getirmeyene ömür boyu Tuna Kiremitçi kitaplarını okuma cezasını versen bunlar olmaz. Ayrıca bu pisuvarlara büyük tuvaletini yapan harici bedhahlara tek kelime bile etmek istemiyorum, bunlar hep yabancı ülkelerin kurduğu komplolar bize, istiyorlar ki her tarafımız bok püsürük içinde kalsın devlet bunu temizlemek için para ödesin paraları başka yere gitsin, ya?. Hem biliyor musunuz ağalar, Fransada eskiden tuvalet yokmuş tuvaletini yapan camdan aşağı atıyormuş tuvaleti biz öğretmişiz hatta bizim "kim hayvan gibi s.çtı lan bu tuvalete uf..uf" sözü Fransızcaya direkt Un peuple sans Culture, C'est un homme sans parole oh..oh şeklinde çevrilmiştir. Ayrıca Fransızların Atasözleri, edebi lafları heryerde İtalik biçimde yazılırken bizim laflarımız, Edebi sözlerimiz neden hep sikko fontlarla orda burda satır altlarında geçer, ha? Geçenlerde teşkilattan ilçe raporlarını istedim, it herifler Comic sans'la hazırlamışlar, Gülüyor muyum lan ben? İnşallah bunlarla sandıkta görüşeceğiz. - "Kuştepe Mahallesi Muhtar Adayı Joe"




Ben baya bir çalışıyorum, bu projeye. Hissediyorum farklı birşey olacak. Hatta sunum sırasında konuşmada zorluk çektiğim yerlerde anlatmak için kağıtlara fıkralar yazıyorum, hatta bir kaç tanesi anlaşılmaz diye kendim de kafamdan fıkralar yazıyorum, işi şova dönüştüreceğiz, şimdiden belli. Önsunumu hocaya götürüyorum olumlu birşekilde kabul ediyor sunumumu. Konsey ve öğrencilere anlatacağım gün için tarih alıyorum. Proje günü geliyor, tabi heyecanlıyız, ama iyi de hazırlanmışız. Olası sorulara karşı önceden tamami ile hazırlıklıyım.

Neyse proje sunumu başlıyor. Hiç unutmam; "Adamın biri mahallede kendisine yüz vermeyen birine yaklaşıp; "Sana bir iyi bir de kötü haberim var demiş". Adam normalde yüz vermediği bu adama ne ki onlar diye merakla yaklaşınca bu sefer o; "İyi haber kötü haberin olmaması, kötü haber ise iyi haberin olmaması" demiş. Yıllar sonra onu burda anlatmama vesile olacak adamın ismi Nasreddin Hocadan başkası değildir" tadında Tıpkı dutchman'in sözümona ballandıra ballandıra anlattığı şehir efsanesi gibi bir giriş yapıyorum ki millet "Kurban olayım anlat, he gurban olduğum" tandaslı bakıyor bana, bu benim moral-motivasyonu üst seviyeye fırlatıyor. Bıraksalar yanımdaki üç kişiyle Akşam Ankara'dan çıkıp sabaha Yunanistan'ı fethedip kahvaltı için halk fırınında ekmek sırasına girerim, o derece. Ayrıca bu "Halk Fırını" öyle bir olgudur ki bugün hep birlikte, bir arada huzurlu, barışçıl bir biçimde yaşayabiliyorsak bu olgudan dolayıdır. Hatta Marxsist, Kapitalist sistemi tek kalemde s..p atmaya çalışan Venus Project'i hazırlayan binlerce akademisyen, bilim adamı planı tamamlayıp halkın huzuruna sunacakları günden önceki gün aralarında toplantı yapıp "Beyler yanlış yoldayız, halk ekmek fırını bu direnişin önündeki en büyük engeldir, sabah sabah çok güzel oluyor Allahsız ekmekler çıtır çıtır lan, çiçek ekmeğini hiç yemediniz mi lan ne bakıyorsunuz bana öyle?" deyince proje şimdilik askıya alınmıştır. Allah devletimizi bu tarz anarşiklere karşı dirayetli kılsın. Ayrıca yıllardır Fizikteki Uzay momentumu çözümlerinde kullanılan "Sağ el kuralını" tanımayan, daha doğrusu tanımamak için direniş gösteren ve hatta birde çarşı izninde Karaköy'e gidip "Olum karı bana hasta oldu, haftaya gelmezsen kendimi turnusol kağıdına sürterim dedi, valla bak" adamlarına akıl versin.


Sunum çok iyi giderken, hatta soru bölümü kalmışken Konsey arasından çekik gözlü bir hoca elini kaldırıyor, kaldı ki kendisinin orada bulunması benim sadece topluluğa hitabet sanatına puan vermek içinken, bu elini kaldırınca ben buyrun diyorum; "Eee.. [İsmimi öğrenmek içi kağıda bakıyor] sayın Ateş...Ateşdağ...Ateşdağlı [Soyadımı söyleyemiyor, can çekişiyor garibim] Belirttiğiniz şahsiyetin uzantısı değil bizzat kendisinin benim geldiğim topraklardan yani Kırgizistan Halk efsanesi olduğuna dair ciddi derecede kanıtlar var. Kaldı ki bize vermiş olduğunuz tarihçede Belirttiğiniz şahsiyetin çeşitli bölgelerde ikamet ettiğini yazmışsınız. Şöyle bir bakarsak bu şahsiyetin yaklaşık 300 yıl yaşadığını açıkcası görebiliriz verdiğiniz bilgilendirme kağıtlarında, bu belirttiğiniz şahsiyetin eğer doğa üstü bir durumu yoksa kusura bakmayın ama bu gerçekci bir sunum değil bir mit'den öteye gidemez. Sunumunuza konseyle bu konuya dair görüşmek için bir müddet ara vermek durumundayız" diyor ve Konseyi toplayıp dışarı çıkıyor. O anda ben yaklaşık 100-150 kişinin önünde sap gibi kalıyorum , bunlar bana bakarken benim yanaklar Amasya elması kıvamına dönüşüyor. Halbuki bu konuşurken ben buna " Şahsiyet diyip durma lan şuna it herif!, onun ismi Nasreddin Hoca, ben onun hikayeleri ile büyüdüm Allahsız!" diyemediğime yanıyorum. Bunlar artık dışarıda uzun uzun ne konuşuyorlarsa bir türlü içeri girmiyorlar. Bunlar içeri girmedikçede içerdikilerinde artık gülmemek için kendilerini zor tuttuklarını görünce o an içimden hani bir sigara olsa da şöyle derince çekip yönümü batmakta olan güneşe çevirip " Oğlum Joe, tüm bunları bırakıp bir Yunan sahil kasabasında Yorgo ile göte parmak enseye şaplak vaziyetde tavla oynamak varken, tüm bunlarda ne böye? Ne böyle ha? Ne böyle?" derken, bu ihtiyar heyeti kılıklı akademisyenler içeri beylik ağaları gibi giriyorlar. "Noldu beyim, Bolubeyini öldürdünüz mü söyleyin bana, n'olursunuz söyleyin bana öldürdünüz mü sahiden onu? Şu dünyayı göremeyen dağlanmış gözlerimin sebebi olan şamdancı küthedasını vurdunuz mu söyleyin bana?" şeklinde iç geçirirken bu pezevenkler sanki omerta yapmışlar aralarında, söylemiyorlar ne konuştuklarını. "Sayın Ateşdağlı biz danışman hocanıza durumu ileteceğiz, Projenizin birde Kültür Fakültesindeki konseye incelenmesi için göndereceğiz, size mektupla durum belirtilecek, teşekkürler" diyorlar.

Ben sunumum sonunda tam da, tam da diyebileceğim bir anda o "öldürücü sonu" yaratacak Nasreddin hocanın hikayesini anlatacakken başıma gelenleri o anlık heyecandan kavrayamazken, "Şimdi gidiyorum ama birgün gelip hepinizin belasını s..icem eşşoğluları" tadında bir bakış atıp dışarı çıkarken "Bak gidiyorum ama" şeklinde birde blöf atıyorum, bunlar blöfü yemiyorlar aksine All-in deyince... Ben.... Dur ya... Dur dur, bu o hikaye değildi. Ben cekedimi alıp dışarı çıktığımda Çitlembiği satılmış bir çeşit sezerciğine dönüşüyorum, tıpta buna borderline personality donkey desorder diyorlar, neyse. Bir on beş gün geçiyor, mektup gelmiş. Benim askerlik uzamış, adamlar geçersiz proje demişler, bir nevi seneye görüşürüz haberi, "öptm hdi görsrz, kndne iyi bk aşkm mck muck" tadındaki kolej kızları mesajı gibi olmuş mektup. Gerçi diğer sene yine aynı sunumla, yine aynı anlatımla inadına giriyorum projeye. Konsey hemen hemen yine aynı. Ama bu sefer sunumun başında bu Kırgızlı çakala "Konuşma s..rim" şeklinde bir bakış atıyorum ki of of, projeyi en üst notla geçiyorum. Böyle kahpe bir dünya işte bizimkisi. Her daim sert olmak gerekiyormuş, sabahları kastetmiyorum.

Neyse, o vakit sunumun sonunda anlatamadığım o "öldürücü sonu" yaratacak Nasreddin Hoca hikayesini anlatarak bitirelim yazıyı. Şimdi Hoca birgün.....

By Joe Jonese Ateşdağlı


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

FERDİ

Ablam aradı dün sabah.Hove Albion'un reserve idman sahasına Londra'dan Tottenham koçları geliyormuş," acaba" diyor, bizim yeğen gitse miymiş. "Abla" diyorum "hepsi para tuzağı, seçmelere belli bir ücretle girilir" diyorum. "Voliyi vurur giderler, olan çocukların hayallerine olur" diyorum.Anlamıyor.Yok yok bu sefer ki böyle değilmiş, enişten öğrenmiş diyor. Bizim komşular da çocuklarını yazdırmışlar, senin onlarla bağlantın vardır, ara öğren diyor. Tamam seni birazdan ararım deyip kapatıyorum telefonu.Ayıptır söylemesi kolumuz biraz uzun Brighton'da, kulüpten bir arkadaşımı arayıp soruyorum. Doğru Joe, üç gün burada seçme yapacaklar, ilki bugün saat birde diyor. İşin ucunda ali-cengiz oyunu var mı diyorum, yok bedava diyor. Tamam bizim yeğeni kaydet o zaman. Ailesiyle gelecek, yapabilirsen kıyağını esirgeme diyorum. Kapatıyorum telefonu. Ablamı arıyorum."Abla ben yeğenin kaydını yaptım, çocuğun ayakkabısı, çorabı bilmem neyi yok...

GİDİYORUZ!

Flying Dutchman Blog ekibinden Joe Jonese Ateşdağlı 'yı zannederim ki blog takip eden futbol sevdalısı kitle artık ziyadesiyle biliyordur. Kendisi, yarın akşam oynanacak Merseyside Derbisi nedeniyle başından geçen bir Merseyside deplasmanı anısını bizlerle paylaşmak istedi. Seve seve dedik. Kendisine teşekkür ediyor ve ekliyoruz; Biz o Everton Reisini bulduk, tahsilatı yapıyoruz Joe . Hesap numaranı mail atarsan, hemen ödemeyi gerçekleştirebiliriz :-) GİDİYORUZ ! King Santillana birkaç hafta önce "Geliyoruz" demişti esasında, "Gidiyoruz" kalmıştı. Belli ki futbolu izleyenler için naif bir tanımlama idi bu, yıllardır uzaktan rekabeti izleyip kırmızıları yahut mavileri tutmanın verdiği "maç sonucu" sevinci ile futbolun aslında fikstür yahut sadece futbol topu olmadığını tribünden izleyenler için evet, "Gidiyoruz" yarım kalmıştı. Usta bizim bir yarım vardı, n'oldu sahi ona? 91' yılının son günleri. Yatılı lisede okuyoruz o...

BABAMIN TAKIMI

Babamın ölüm yıldönümü bugün. Çoğu zaman düşünürüm. Babam bana ne kattı? Onunla daha neler yaşayabilirdim? Babam gibi olabilir miyim? vesaire vesaire. Kafamda metalar var işlenmemiş; ne zaman kokulu silgi görsem 3-4 yaşında iken aşık olduğum komşu kızını hatırlarım, yüzünü bile hatırlamam, ama o silginin kokusu hiç bir zaman silinmez duyumdan. Dedemin Türkiye'den getirdiği halının desenindedir benim geometrik bilgim, o halıya bakarak öğrenmişimdir üçgeni, beşgeni. Bugün çelikten konstrüksiyon yapabiliyorsam bunun sebebi babamın beni oturtup matematik çalıştırması değil, o halının üzerindeki desenlerde, ağzımdan çıkarıp yuvarladığım sakızla oynadığım parmak adam maçlarındandır. Sırf genlerim farklı olduğu için çoğunluğu İrlanda göçmeni çocuklardan oluşan göçmen ilkokulu yıllığı fotoğrafında kabak gibi bir tek benim siyah renkli olmam değildir kafama taktığım, müslüman diye altıpasta müsait bir pozisyonda pas atılmayışıdır aslında. Bunların hepsi bir nevi bab...