Ana içeriğe atla

AMA ARKADAŞLAR İYİDİR KÖY HİZMETLERİ F.C.



Sağolsun orda burda soruyorlar "Abi neden eskisi gibi yazmıyorsun?" diye. "Eskisi derken?" diyorum. "Hani abi böyle tribün, dayak, sikko adamlar falan ehehe" diyorlar. Maalesef bu blogger nanesi bize maaş vermiyor dostlarım. Verse keşke, sabaha kadar yazarım. Bugün boşluğum var, bir tanesini yazayım.

Yıl 2003'ün sonları. Türkiye'den yeni gelmişim. Gelirken de buradaki bir inşaat şirketiyle bağlantımı kurmuşum. "Gel başla" diyorlar. Amcabey'e söylüyorum. O oradaki evrakları falan hazırlıyor. Nitekim gittiğim gibi ertesi hafta işe başlıyorum. Lakin bizim Amcabey'de bir afra tafralar. "Ben senin işini yaptım" diyor. "Ben olmasam bir bok olmaz senden" diyor. Kendisi hayali ihracat ldt. şti.'nin yönetim kurulundadır sağolsun. Yıllardır "Yeğenim okulu bitir işin hazır" şeklinde amiyane tabirle osuruktan teyyare tarzında laflar üretiyor. Ben adamlarla bağlantımı kurmuşum, bu benim sırf sigorta işlemlerimi yaptı diye "ben seni işe aldırdım" havasında. Kaldı ki enflasyon ve işsizlik oranı ölçümlerinde, kredi derecelendirme şirketlerinin iktisadi zamazingolarında genellikle hesaba alınmayan ekonomik bir dinamik var; "Okulu bitir işin hazır adamları". Bunlar yıllarca ülke ülke dolaşıp, ekonomik veyahut sosyo değerler çapında farklı varyasyonlarda olup "Silahın gelsin, savaşın hazır", "Karılar gelsin, ortam hazır" şeklinde irli-ufaklı versiyonlara sahiptir. Neyse, konumuz bu değil.

Ben çalışmaya başlıyorum bir otopark şantiyesinde. Nikah sonsuza giderken X=Ebe şeklinde tanımlayabileceğimiz bir yerde bu şantiye, Sussex Üniversitesi dolaylarında. Yaklaşık 7 ay çalışıyorum o şantiyede. Sonraları belediye imar planını denen bir olaydan dolayı otoparkın altından otoyol geçmesi icap ediyor. Bu inşaat maliyeti için muazzam bir olay. Bizim şirket planı değiştirmek için baya bir uğraşıyor. Ama belediye bizim şirketin tavsiye ettiği yeni yol inşaatı projesi için baya bir ormanlık alanın tahrip edileceğini öngörerek "olmaz" diyor.Babalardan baba seçmek zorunda kalan bizim patron sinirli bir şekilde şantiyeye geliyor "Kim hazırladı lan bu yeni projeyi Allahsızlar?" şeklinde. Herkes toz oluyor, havaya karışıyor tabi haliyle. Hazırlayan üç kişinin arasında bende olduğumdan dolayı en üst kata hemen kaçıyorum. Patron Allahtan obez bir insandı, yukarı kadar çıkamadı, kurtulduk o gün.


Hal böyle olunca mahkeme bir ay sonra şantiyeye kilit vuruyor. Karar bozulana kadar otoparka kimse giremiyor. İşler yolunda gitse 700 bin pounda işleri bitirecek patron alttan bir yol geçecek diye masrafları ikiye katlayacak işin altına girmiyor. İşler inat hikayelerine dönüyor.

Ben de yine aynı şirketin yaz gibi çok büyük olmayan bir şantiyesinde gece vardiyasında çalışıyorum. O aralar birde ev işi çıkıyor, krediye falan giriyoruz. Mecburen gündüzleri de bir ankraj firmasında üç- beş saat çalışıyorum.

Sonbahar gibi yine bir maç sonrası barda demleniyoruz, takım yine yalan ama dostlukların seviyesi üst seviyede. Ortada sportif bir başarı olmayınca muhabbet zaten dolaylı değil de direkt bir biçimde tribün kaygılı oluyor. Yine gürültülü bir biçimde aramızda konuşurken benim çağrı cihazı titriyor. Bir bakıyorum şirketten arıyorlar. Arkadaşın telefonunu alıp arıyorum. Personel müdürü "Joe çabuk gel" diyor. "Lan yine ne yaptım yahu?" diyorum içimden. Kafamdan şöyle bir haftanın analizini yapıyorum. Patron'un kızına sarktım mı? Yo, hayır. Patronun karısına sarktım mı? Yo, hayır. Şantiyedeki işçilere türk şakası yaptım mı? Yo , hayır. Tamam, temizim diyerekten birama bir fondip yapıp uzuyorum.

Şirkete gidiyorum, herkes heyecanlı. Personel müdürü Marc'ı görüyorum. Joe çabuk gel içerde toplantı var diyor. Paldır küldür içeri giriyorum. Tüm bu patırtı bizim otopark inşaatı şantiyesi içinmiş. Patron Japonya'dan müşteri bulmuş şantiyeye. Japonlar "biz hallederiz otoyolu" demişler. Ki benim anlamadığım bu japonların anadan doğma inşaat bilgisidir. Bu, "Adamlar yıllardır depremle uğraşıyorlar birader o yüzden öyle ehehe" ile açıklanamaz. Garip bir stilleri var. Hayır, geçenlerde gitmiştim. Emin olun inşaat sektöründe rahat bir yirmi yıl önde gidiyorlar. Patron; "Beyler adamlar Londradaymış, bir- iki saat sonra Brighton'a gelirler. İçinizden birileri onları karşılamaya gitsin" diyor. "Şimdi asıl sorunumuza gelelim. Ben diğer şantiyedeki şefi aradım oradan sekzi-on işçi gelecek. Siz onların giysilerini Hawdser'deki şantiyeden giderken alın. Hafriyat kamyonlarını oraya yönlendirin, hareket etsinler birşey yüklemesinler" diyor.

Şimdi olay şu dostlar. Kimse uzun süredir durmuş bir şantiyeye yüklenici olmak istemez. İnşaatçı arkadaşlar bu durumu iyi bilir. Betonarme yapı henüz dış yapısı bitmeden bırakılıp yağmur, rüzgar, kar gibi dış etkenlere karşı çıplak bırakılırsa taşıyıcılığını yitirir.Taşıyıcı elementlerin Kohezyonu zayıflar. İşte bu yüzden bizim adi köfte patron sanki şantiye devam ediyormuş, belediye ile imar sorunu yeni çıkmış gibi gösterip düpedüz Japon garibanlarına sote yapacak. "Yalnız çocuklar o kadar adam bize yetmez, bildiğiniz tanıdığınız boşta arkadaşlarınız varsa söyleyebilir misiniz? Varsa iyi olur. Hatta gelenlere muhasebeden çek veriririz "diyor. Şimdi ben bu çek lafını duyunca bir irkiliyorum. Lakin bizim çakallarada pek güvenemiyorum. Adamlar Papa'yı görse taşak geçer. Bir anlık boşluğa gelip "abi benim arkadaşlar var çağırayım mı?" deyince Tamam olur diyor patron. "Hadi çabuk çıkın, acele edin. Aman çocuklar herşey düzgün olsun bu adamlar işinin erbabı, birşeyi belli etmeyin" diyor.

Şimdi uzun uzadıya yazıp, hastalıklı benzetmeler yapmak istemiyorum lakin arkadaşlar siz siz olun bir işe girdiğinizde kendinizi göstermek için yırtınmayın. Bırakın olum, başkaları yapsın. Kimseye karışmadan işinize yine kimseye karışmadan evinize dönün. Şahsen ben dünyadaki savaşların[nasıl bir cümleyse artık] bu tarz ikincil hatta üçüncül adamların sayesinde ortaya çıktığını düşünüyorum. "Komutanım Mokokoburg'da gücümüz azaldı, ordumuz yenilmek üzere annem öğlen yersin diye atom bombası yaptı. Atalım mı sivillere, atalım mı vay vay? Rakıyı da şaraba katalım mı vay vay? He gurban olduğum? He?" şeklindeki isteklere karşı çaresiz kalan komutanların "Demirciler demir döver ocakta, Şimdiki kızlar ne yahşi olur kucakta, atın nını..skym bombalarını kim uğraşır bu soğukta ehehe" tandanslı ipe sapa gelmez muhabbetlerinin ürünü olduklarını düşünüyorum.

Bir suç işledik artık. Bizmkileri arıyorum muhabbeti anlatıyorum, yalan söylediğimi düşünüyorlar. "Olum valla lan, ekmek çarpsın, hades s.... belamı, Thor'la yüzgöz olmayayım yalan söylüyorsam" gibisinden bunlara ağlıyorum, bunlar "tamam lan geliriz adresi ver" diyorlar. Adresi veriyorum. Baya bir uzak yer olduğunu duyunca bunlar bizim meşhur Lambdan bestesini söylüyorlar hep bir ağızdan "Step off Turk, step off. Not Bloody likely Turk! Just Step the fu..ing off!" Bunlar işi zorlaştırınca "iyi oğlum parayı kaçırıyorsunuz" deyince telefon dıt..dıtt..dıt sinyali veriyor. Çakallar para lafını duydu, bırakırlar mı?

İşçileri diğer şantiyeden alıp, eski şantiyeye getiriyoruz. Hepsine giysileri giydirip. Jord makinalarını boşa çalıştırmaya başlıyoruz. Bir kısmı hemen iç duvarları sulamaya başlıyorlar. Ben yanıma iki-üç işçiyi alıp çatıdaki koruyucu izolasyon malzemelerini sökmek için yukarı çıkıyorum. Bir yarım saat uğraşıyoruz. Ben tam bu işçilere birşey anlatacakken sağ tarafımdaki tepeden gelen yoldan gürültüler geliyor. "Nını..skym" diyorum içimden, sadece "nını...skym".

Bunlar, [yine benzetme yapmak zorundayım] hani ilkokul çocuklarının ilk resim dersinde çizdikleri iki sikko dağ arasından gelen nehir ve sağ taraftaki ev, Herkes elele tutuşmuş olur ya böyle. Olmuyormuş gibi bakma. Sende öyle çizdin ilk resmini. Hakikaten bu da garip bir durum. Genetiksel bir tezahürü var bu durumun. Yeni doğmuş bir çocuğu yıllar sonra hiçbir resim bilgisi olmadan önüne oturt, "resim çiz" de. İlk çizeceği resim budur. İki dağ, arasından geçen nehir, sağda kızaran güneş. Ev sağ alt tarafda. Güneş var ama evin lambası açık, olmazsa olmaz. Hakikaten yaratıcının büyüklüğünü tekrardan sorgulayan bir durum bu. Herkes aynı çizer. Yedi yaşında natürmort çalışan bir çocuk görmedim ben, varsa bizden değil. Frida kahlo'nun cep numarası var bende. Şimdi yazıyı yazarken aradım sordum. Dedim "kızım senin ilk çizdiğin resim neydi bana bir anlat". "Abi ekmek çarpsın anlattığın gibi" dedi. Hatta "benim çalışmalarım biraz farklıdır Joe, bu yüzden o resmimde babamı çatıda anteni düzeltirken yıldırım çarpıyordu dedi. "Yahu Frida ne bu karamsarlık, at ölü toprağını üzerinden" deyince "ben sakatım, kimse beni sevmiyor Joe" dedi. Yazık.


Dediğim gibi bunlar yolun ucunda gözüküyorlar. Bir gürültü patırtı, sanki maça gidiyorlar pezevenkler. Şantiye taraflarına gelince hep bir ağızdan bağırıyorlar "Oh my friend, We have spent, so much time looking for someone to blame, so where is the fu..ing money Joe?[X3]" Ben yine o hayali sigaramı içip sahil kasabasına yerleşme hayallerini içerecek teyatral sahneyi gerçekleştirme çabaları içerisinde iken buna zamanım yok. Hemen aşağı inip bunlara olayı anlatıyorum. Bunlar "alkol promili" mefhumunu tamami ile bertaraf etmiş durumdalar. Ben bunlara hemen giyeceklerini ve yapacaklarını anlatıp en üst kata dikkat çekmesinler diye çıkarıyorum.

Bunlar nasıl olduysa efendi efendi yukarı kadar çıkıyorlar. Ben aşağı iniyorum. Bir onbeş dakika sonra yukardan ses geliyor koştura koştura çıkıyorum. İt herifler birbirlerini suluyorlar. Dave diye bir çakal var kendini harç makinasının içine atmış, sarhoş olduğu için çıkamıyor. Biri yukardan yoldan geçenleri sözlü taciz ediyor. Bir noktadan sonra kızıyorum ben bunlara. "S...in gidin burada"n diyorum bağırarak, bunlar bir mahzunlaşıyor bu sefer üzülüyorum. Tam o sırada aşağıdan sesleniyorlar. Japonlar gelmiş. "Olum bakın, n'olursunuz delilik yapmayın. Adamlar buraya gelirse birşeyler yapıyormuş gibi davranın" diyorum. Bunlar "tamam" diyor. Hemen aşağı iniyorum.

Japonlar dört kişi gelmiş. Bizim diğer mühendis arkadaşlarda aşağı inip karşılıyoruz bunları. Projeyi, inşaatı inceliyorlar. Yukarı çıkıp katları tek tek dolaşıyorlar. Bizim işçiler kendilerini rolüne kaptırmışlar. Biz tam bunlara zemin katta uyguladığımız iç-içe geçmiş aerodinamikli kiriş geçkilerini anlatırken yukardan patırtılar, gürültüler geliyor, ben yine o hayali sigaramı yakıp doğan güneşe bakmaya başlıyorum bile dostlar. Zira puşt Alban ile Dave, adaşım Joe'yu kovalıyor şantiyede. Japonlar bunlara bir bakıp gülümsüyor. Zaten herşeye gülüyorlar ya neyse.

Tam bunlar önümüzden geçerken şerefsiz Dave garibim Japona, Amerikan Askerlerin İkinci dünya savaşında Japon askerlerini aşağılamak için kurdukları tekerlemeyi söylüyor "Hey yo Japan, your eyes toony dines, Your stomach stink kenks(köpek maması)" Biz bunlar anlamadı herhalde diyoruz, garibim hala gülüyor çünkü. Ben bizimkileri yukarı çıkarıp bir odaya kapatıyorum. Adamlar gidince kapıyı bir açıyorum bizimkiler sızmış. Birisi üşümüş, dağlarda koyun güden çobanlar gibi izalosyon malzemesi ile üstünü örtmüş. Lan ne tarz adamlarla uğraşıyorum ya?

O gece eve gidiyorum. Gözüm telefonda. Çalmıyor ama. Ertesi gün ankraj mesaisine gitmeden bir uğrayayım diyorum, şark kurnazlığı hani. "Merhaba patron, yengede erik gibiymiş ha, ehehe " gibisinden gireceğim. Tam arabayla yolda giderken çağrı cihazı ötüyor. Evet dostlar, veda busesi çalıyor radyoda, şirketten arıyorlar. Gidiyorum şirkete hafta sonu olduğu için çalışan yok. Marc'ı görüyorum. "Beni aramışsınız" diyorum. Bana hiçbirşey demeden gözüyle patronun odasını gösteriyor. Etrafda biblo tarzı birşey arıyorum, "suni baba" olarak. Kapıyı birkez çalıp giriyorum.

"Atesdagli siz misiniz?" diyor patron bana. "Evet" diyorum. "Oturun lütfen" diyor. "Bak oğlum, dün bu adamlar dünyanın öbür ucundan geldiler. Öğrendim ki bir başka şirketin şantiyesi için gelmişler esasında, yani bizimkini almak için değil bakmak için gelmişler diyor. Yani satamadık" diyor. O an içimden bir oh çekiyorum, bizimkileri anlatmamışlar diyorum ta ki patronun "ama" sını duyana kadar." ....Satamadık..ama bir durum var ki şu an bir hayli başımız doluyken bir de davalarla uğraşmamıza sebeb olacak" diyor. Dava mı? diyorum. "Dün Şantiyenin tepesinden yan tarafdaki apartların bahçelerine tuğla atılmış. Ve bir hayli maddi zarar var. Üstelik bunu 30'lu yaşlarında insanların yaptığını duymam beni şok etti" diyor. Efendim, özür dilerim diyecekken bu lafa giriyor; Benim senden isteğim ki, iki isteğim var. Arkadaşlarına gidip bu olayın onlar tarafından yani şirketimiz tarafından olmadığını kanıtlamak için mahkemeye gidip imza atmalarını ve senin yüklü bir tazminat ücretin olduğu için kovamayacağımızdan Kuzey Londradaki Alışveriş merkezi şantiyesine transfer olmanı istiyorum. Eğer istifa edeceksen bilmiyorum, orası farklı diyor.

İstifa etmiyorum. Öğlen Gidip Ankraj firması ile kontratımı dondurup Londraya gitmek için daha düşük tazminat ücretli yeni bir kontrat imzalıyorum, yapmazsam aldığım evin kredi borçları göte girecek çünkü. Kontratı imzalarken personel müdürü Marc'a "Olum tüm bunlar oldu ama arkadaşlar vallahi iyidir lan" diyesim geliyor ama demiyorum. Ofisten eşyalarımı toplayıp, eve gidiyorum....

Not: Yazı üç nokta ile bitti. Bu usülden dolayı değil hikayenin bir de Tottenham'lı tayfa ile sıkı fıkı olunup bunların bizim çakalları maça çağırması ve bizim çakalların Tottenham'da beni yine olmayacak dertlere, olaylara soktuğu içindi. Yani hikayenin devamı daha doğrusu bir de Londra ayağı var. Not yazmamın sebebi Ama arkadaşlar iyidir .... şeklinde boşluk kalan kısmına artık isim bulamadığımdan. Bir sonraki yazının başlığını yorumlara yazarsak iyi olur. Misal; Ama arkadaşlar iyidir jimnastik kulübü [ Bak aslında bu olabilir]

By Joe Jonese Ateşdağlı


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OTOBÜS

Çalıştığım yerin teras-havalandırma arasında gidip gelen ama bizim ekibin genelde sigara içmek için kullandığı bir bölümü var. İki-üç ay önce yine arkadaşlarla sigara molası veriyoruz. Arkadaşlar sigaralarını bitirir bitirmez aşağı iniyorlar. Bizimkisi kaytarma ya, bir sigara daha yakayım gelirim birazdan diyorum aşağıya bunlara; tıpkı otobüs sadece 3 dakikalık mola verdiği halde aşağı sprinter edayla inip bu üç dakikada iki tane uzun samsun bitiren amcalar misali hızlı davranmaya çalışıyorum. Nitekim ikinci sigarayı bitmesine yakın cepteki telefon zangırdamaya başlıyor. O an bir çeşit beyin g.telekliği yaşıyorum. Telefonu almak için sağ elimdeki sigarayı terastan aşağı sallandıracağıma elimdeki bardağı atıyorum. Lan!Lan! demeye refleks göstererek bir an aşağı çömeliyorum. Bildiğin alaturka tuvalet s.çış poziyonu. Biri o an beni görse yanımda tuvalet kağıdı olmadığı için çatıdaki straforu koparır verir çalı-çırpı niyetine, irbik getireyim mi lan dürzü, taharet alırsın der. Bardak ...

PARALEL EVREN HİKAYELERİ; HAYALLER VE HAYAL KIRIKLARI TİYATROSU

Bölüm 4; Palyaço Siz yaptınız değil mi gençler bunu? diye soruyordu bize Rajmund Kazimir, nam-ı diğer Ray Reis. Evet, biz yaptık diyemedik o an. Ama kaçışan gözlerimizin ifadesi, onun kadar yıllarca samimiyetsiz gözlerin ilgi noktası olmuş odağında eriyip " Evet, biz yaptık reis " halini alıyordu. Çünkü o bir " palyaço " idi. İnsanların samimiyetsiz göz bebeklerini parlaklaştıran bir mesleği, meşakatsiz kıyafetlerle yıllar boyu babasının kurduğu sirkte bir palyaçoluk yaparak geçiştiren birinin aynı samimiyetsiz bakışların altında yatan mânaları insanların hal ve tavırlarından anlamaması pek pek âla mantıklı değil, öyleydi de zaten. Hepiniz beni idare ediyorsunuz değil mi? diyordu yaşlı Kurt. Max lakaplı bizim tayfanın liderine yönelerek; Max sana Old Trafford'un hikayesini anlatmıştım değil mi? diye soruyordu bu sefer. Max bize yönelerek anlamsızca bakışlar atarken devam etti Ray Reis; Oraya neden Hayallerin Tiyatrosu diyorlar biliyor...

KAHVEDEN ÇOCUKLAR - UZUN İHSAN

Geçen gün yine kahvede oturuyoruz. Televizyonda Kral Tv açık. Bizim kahve çok garip bir kahve, çok entarnasyonel. Bir duvarında Ankaralı Namık'ın posterleri varken diğer duvarında Ottowa'lı Rüstem diğerinde Magdalalı Meryem'in resimleri var, garip. Biz yine okey oynuyoruz. Okeyi vurup ıstakayı tam Bernard Lewis'in kafaya vuracakken yan masada kavga çıkıyor. Kafayı şöyle bir çevirince ne göreyim; bizim Uzun İhsan efendi Rene Descartes ile ağız dalaşına girmiş. Varoluşçuluğu ve imtiyeciliği tartışıyorlar. Dekart oradan bağırıyor;" Benim ortaya attığım şüpheli yaklaşımları Freud sonraları kitap yaptı İhsan Efendi, ne konuştuğuna dikkat et, lafını bil!" diyor. "Ortada düşünecek birşey varken, bu eyleme dönüştürülmediğinde başlar hezeyan. Sen düşünmüşsen bu kafandadır hala tasarım yapıyorsundur, eğer düşünmediysen kitaba yazmışsındır ki bu ortada tartışabilecek birşeyler olduğunu gösteriyor Dekart" diyor İhsan efendi. Tam o sıra Woody Alle...