Ana içeriğe atla

ACI,KAN,TER VE PATATES : KALE ARKASI, BÖLÜM 4 "PATATES"



... 1800'lü yılların ortasına gelindiğinde İngiltere Feodal ve meşru bir yönetimin verdiği sancılarla ve günün bilindik merkant kaygılarıyla modern devlet olgusunu tam anlamıyla taşıyamazken futbol İrlanda'lı çingenelerin kurduğu panayırlar gibi ilgi görürken toplum yeni suni medyalaşma ve haberalma yetisinden dolayı içlerinden Jesse Jamesvari halk kahramanı üretip bunu bahçesinden çıkarak insanlara paylaştığında çoktan Sanayi Devrimi gelmiş ve insanları kazandıklarını harcamaya, harcadıkları ile kazanmaya yöneltmiş idi. Yani toplum "tarım toplumu" olmaktan çıkmış daha çok kazanabileceği liman ve büyük kentlere doğru hareket edince diğer sömürü ülkelerinden gelen göçmenlerle klasik bir iş havuzu oluşturmuşlardır. Bu bir ironidir aslında her iki toplumda göç ettiği için kimin göçmen kimin yerli olduğunu anlamak işçi alımları sırasında ortaya çıkmıştır.

Ülkede kurulan yeni sanayi alanları işçi alımı için dışarıdan gelen kas gücüne öncelik tanıyıp kendi kırsalından gelen vatandaşını yoksayınca ortaya kuramsal iktisatçılara bu buhranı çözümü için acele etme seçeneği kalıyordu. Bugün kullandığımız Borsa, Hisse gibi iktisadi kuramlar işçilerin oluşturduğu talep havuzunu çözümlemek için o günkü hükümet tarafından kurulan yeni reformlar sayesinde oluştuğunu görebilmek güç değil. Üstelik Kraliyetin iskan politikasında göçmenlerin birincil öncelik olarak büyük şehirlerde yaşamasına izin vermesi futbolun neden kırsalda daha öncesinden geliştiğini ve oynandığını bizlere açıklamaya yeterli değil.

Yani futbol kültür çeşitlenmesi ile büyüyen ve metropol kıvamına gelen şehirlerde ilk olarak kendini göstermemiştir. Tam tersi özellikle kuzey ve gelişmemiş şehirlerde cereyan edip oynanmaya başlayınca Sanayi Devrimi sırasında oldukça meşgul olan güneydeki bankerlerin dikkatini sonraları çekmiş ve bunu tipik 29' yılındaki ekonomik buhranını ucuz Brodway şovları ile çözmeye çalışan Amerikalı meslektaşları gibi davranmışlardır. Kuzeyde futbol yıllar boyu oynanıp hatta birikim sağlayıp kendine tutunacak bir kültür bulunca bunu kamulaştırma işi günümüz şov dünyası jargonuyla "halka açma" kraliyetin eksenine kalmış ve nitekim kuzeyde belli kültür birikimi ile oynanan oyun, işçilere hitap ederken güneyde ilk başlarda şov olarak görülmüş, kurulan tepeciklerde işçilerin dinlenmesi ve eğlenmesi için bir seçenek haline gelmiştir, kapitalizmin İngilterede "tüketim toplumu" oluşturma çabasının orjinini her ne kadar daha fazla tabloid Jack the Ripper hikayeleri ve efsaneleri satma isteği olarak görülse de bu böyle değildir, İngiltere'de kapitalist yapının güneyde ilk oluşturduğu tüketim bilinci "Futboldur", Açıkcası güneyde böyle değilken.


İngiliz popülasyon tarihi Orta Avrupa tarihi gibi sürekli kırımlara uğramıştır. Bu kırımların öncelikli nedenleri savaşlar olmaktan çok yüksek derecede mikroplu salgınlar ve mikropların yeterince hareket edebileceği mukavemeti sağlayan iklim bu kırımın etkili olmasını sağlamıştır. Sömürü ülkelerinden gelen göçmenler bu tarz mikroplara öncesinden bağışıklık kazandığı için toplumdan dışlanmaya başlamış ve hatta hastalığı onların bu adaya getirdiği konusunda fikirler salınmaya başlamıştır. Bugün büyük şehirlerde göçmenlerin mahalle oluşturması ve kendilerine yerleşke sağlaması Kraliyetin o yüce!?*! iskan politikasından değil, onların kendilerini dışlanmış hissetmelerinden dolayı idi. Örnek Fulham, Drewcoad, Watford, vb .

1400-1600'lı yılların arasındaki veba, tifo gibi orta çağ hastalığı değildi bu sefer adayı kıran. Tarımsal faaliyetlere, topraklara ve hayvanlara dahi sıçramış bir mikropla uğraşıyordu insanlar. Hükümetin ve kraliyetin yönetimi bırakıp bu mikropla savaşmaya yönelik kanunlar çıkarması o dönemin acizliğini bizlere gösteriyor aslında. Böyle bir ortamda populasyonu arttırmak için her ne kadar bu olaydan şehir efsanesi diye bahsedilse dahi -ki inandığım bir hikayedir, ingilizlerin saf bir ırk olduğunu çürütmemek için her daim yalanlanır- F.u.c.k kelimesinin meal çıkışı bu dönemde yapılan evsizlerin, fahişelerin, mikrop bulaşmış hastaların kraliyetin belirlediği yerlerde, mezralarda çiftleşmesini öngören kanunlar dahi çıkmıştır (Fornication Under Consense of the King). Şehirdeki mikrop artıp insanları kırarken diğer ülkelerden gıda yardımı almak istemeyen kibirli İngiliz Kraliyeti tarımsal reformlar yapmak zorunda kalmış ve tarlaları ilk kez o dönemde ortaya çıkan "tarım ilaçları" sayesinde mikroplardan arındırmış ve bu ilaçlamalardan en az etkilenecek nişasta depoları yani yumru gövde gıda ürünleri üretmek için kanunlar çıkarmıştır. Bilmiyorum dikkat ettiniz mi ancak günümüz ingiliz yüz profilinde hafif bir down sendromlu insanlara benzeyen öğeler vardır, dilleri tam dönmediği için şu övüne övüne konuştukları British Accent da bu tarım ilaçlamasının günümü DNA'larına tezahürü olarak görebiliriz, hala bu konu tartışılır İngiltere'de. Ama tipik gururlu İngiliz eşrafı "aman başka ülkeler duymasın bu durumu" diye alttan alttan senatoya yönergeler verir bu durum için, neyse yazıyı uzatmayalım.

İş futbolda reformasyona gelindiğinde kurulacak tesisler, oyuncuların bonservis, maaş gibi konuları kağıda dökülmeye başlandığında yani iş bir endüsri olduğunda Sheffield ve Nott gibi bu işten daha önce kaymağını yemiş İrlandalı yahudi bankerlere tesisleşmenin nasıl yapılacağı sorulduğunda onların cevabı hazırdı; "yeter ki bize işçi bulun". Önceki yazılarda da belirtmiştik stadyum ve tesis yapımı İrlanda'lı işçilerin elinden çıkmadır, bu başlı başına sarkastik bir durumdur.

İş kraliyet boyutuna gelip herşeyi hükümetin yapıp, işletmeleri devreden Liberalist bir yapıya dönüşünce hükümet taşradaki işçileri yeni dönem tarım reformuna bağlı ve kastlık sisteminden çıkmış topraklarda patates üretmeye yollayınca, stadyum yapımı göçmen işçilere deredilmişti. Zor koşullarda çalışan işçiler neredeyse üç öğün patates yeyip tıpkı aşırı protein tüketip Gut hastalığına yakalanan Osmanlı eşrafı gibi patır patır dökülen bir duruma düşünce ve sömürü ülkelere yapılan savaşlara yollanınca stadyum inşaatları ve tesisleşme dönemi bir vakit durmuştur. Stadyum inşaasında kullanılan basit tuğlaların hamurunu oluşturan dehizla toprağının ilaçlama döneminde kohezyona uğradığı görülünce bir dönem toprak fırınlarında tuğla yapılmamış ve onun yerine patates ekmeği pişmiştir.

Peki başta sorduğumuz stadyumların mimarisinin neden curve yapıda değilde dikdörtgen olduğu sorusunun cevabına bize yine patates demek düşüyor. Peki neden?

Sanayi döneminin en belirgin konularından biriside kentsel dönüşümdür. Şehir için gerekli kurumları şehir merkezine, boyut ve işlev bakımından ikincil derecede kullanılan inşaat ve yapıları şehir dışına alma devri başladığında stadyumların mimari yapılarından daha çok nereye yapılacağı soruları "tavanı roof mu yapalım yoksa çelikten mi olsun usta?" soruları değil," Hangi patates tarlasının üstüne yapılacak" idi.

"Eskiden buralar dutluktu" gibi şeref stadı adamlarına dönüşmeyelim. Lakin İngiltere şehir topoğrafyalarına şöyle bir baktığımızda şehir mimarisinin aynı kırsal bölgelerde bulunan tarım arazileri gibi dikdörtgen yahut kare şekilleri gibi olduğunu görebiliriz. Bu yüzden İngiltere'de stadlar patates tarlalarının üzerinde yapılırken ilk olarak yan tarafta çalışan patates tarlaları işçileriydi maçın izleyicileri. Boleyn Farm Ground, Londra'nın eski tarım arazileri üzerine kurulmuş stadın ismi iken bugünkü ismi Upton park olan ve West'am Stadı'dır aynı zamanda. 1800'lü yıllarda ilk olarak kraliyet tarafından katolik mezhebine dağlık-taşlık diye hibe edilen ancak sonrası stadyum için geri alınan St. James stadyumu Newcastle stadı iken yapılan stadyumu doldurmak için halkın büyük çoğunluğu tarım işçisi kullanılmıştır, tıpkı Roma dönemindeki Gladyatör dövüşleri gibi.

O dönem gövde gösterisi şeklinde ve üst sınıfa hitap eden Rugby dövüşlerine karşı bir isyan şeklinde gelişen futbol ve endüstrisini, patates tarlaları ve işçileri yapılandımıştır. Halkın Kraliyete karşı oluştuğu öfkeyi dirençlendirmek bir yana maç sonunda onlara yiyecek olarak verilen patatesleri ceplerine atarken duydukları heyecanı açlıklarından dolayı hor görmez isek bu böyledir..

"Kale arkasında maç izleyelim buranın havası farklı" insanlarına üzücü gelebilir bu yazı. Lakin tarihin görmemezlikten gelemeyeceği bir konu futbolun nasıl yapılandığı, nasıl şekillendiği. Elbette daha çok bilmediğimiz, duymadığımız hikaye, efsaneler vardır, olacaktır da. Ama lütfen annenizin pişirip sizin burun kıvırıp yemediğiniz patates yemeğinin bu kadar üstünde çok kafa yorulan bir kavramı yani "futbolu" bu noktalara getirdiği gerçeğini hor görmeyelim.



By Joe Jonese Ateşdağlı


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

FERDİ

Ablam aradı dün sabah.Hove Albion'un reserve idman sahasına Londra'dan Tottenham koçları geliyormuş," acaba" diyor, bizim yeğen gitse miymiş. "Abla" diyorum "hepsi para tuzağı, seçmelere belli bir ücretle girilir" diyorum. "Voliyi vurur giderler, olan çocukların hayallerine olur" diyorum.Anlamıyor.Yok yok bu sefer ki böyle değilmiş, enişten öğrenmiş diyor. Bizim komşular da çocuklarını yazdırmışlar, senin onlarla bağlantın vardır, ara öğren diyor. Tamam seni birazdan ararım deyip kapatıyorum telefonu.Ayıptır söylemesi kolumuz biraz uzun Brighton'da, kulüpten bir arkadaşımı arayıp soruyorum. Doğru Joe, üç gün burada seçme yapacaklar, ilki bugün saat birde diyor. İşin ucunda ali-cengiz oyunu var mı diyorum, yok bedava diyor. Tamam bizim yeğeni kaydet o zaman. Ailesiyle gelecek, yapabilirsen kıyağını esirgeme diyorum. Kapatıyorum telefonu. Ablamı arıyorum."Abla ben yeğenin kaydını yaptım, çocuğun ayakkabısı, çorabı bilmem neyi yok...

GİDİYORUZ!

Flying Dutchman Blog ekibinden Joe Jonese Ateşdağlı 'yı zannederim ki blog takip eden futbol sevdalısı kitle artık ziyadesiyle biliyordur. Kendisi, yarın akşam oynanacak Merseyside Derbisi nedeniyle başından geçen bir Merseyside deplasmanı anısını bizlerle paylaşmak istedi. Seve seve dedik. Kendisine teşekkür ediyor ve ekliyoruz; Biz o Everton Reisini bulduk, tahsilatı yapıyoruz Joe . Hesap numaranı mail atarsan, hemen ödemeyi gerçekleştirebiliriz :-) GİDİYORUZ ! King Santillana birkaç hafta önce "Geliyoruz" demişti esasında, "Gidiyoruz" kalmıştı. Belli ki futbolu izleyenler için naif bir tanımlama idi bu, yıllardır uzaktan rekabeti izleyip kırmızıları yahut mavileri tutmanın verdiği "maç sonucu" sevinci ile futbolun aslında fikstür yahut sadece futbol topu olmadığını tribünden izleyenler için evet, "Gidiyoruz" yarım kalmıştı. Usta bizim bir yarım vardı, n'oldu sahi ona? 91' yılının son günleri. Yatılı lisede okuyoruz o...

BABAMIN TAKIMI

Babamın ölüm yıldönümü bugün. Çoğu zaman düşünürüm. Babam bana ne kattı? Onunla daha neler yaşayabilirdim? Babam gibi olabilir miyim? vesaire vesaire. Kafamda metalar var işlenmemiş; ne zaman kokulu silgi görsem 3-4 yaşında iken aşık olduğum komşu kızını hatırlarım, yüzünü bile hatırlamam, ama o silginin kokusu hiç bir zaman silinmez duyumdan. Dedemin Türkiye'den getirdiği halının desenindedir benim geometrik bilgim, o halıya bakarak öğrenmişimdir üçgeni, beşgeni. Bugün çelikten konstrüksiyon yapabiliyorsam bunun sebebi babamın beni oturtup matematik çalıştırması değil, o halının üzerindeki desenlerde, ağzımdan çıkarıp yuvarladığım sakızla oynadığım parmak adam maçlarındandır. Sırf genlerim farklı olduğu için çoğunluğu İrlanda göçmeni çocuklardan oluşan göçmen ilkokulu yıllığı fotoğrafında kabak gibi bir tek benim siyah renkli olmam değildir kafama taktığım, müslüman diye altıpasta müsait bir pozisyonda pas atılmayışıdır aslında. Bunların hepsi bir nevi bab...